Çanakkale Savaşı ve Hikayeleri | İslami Forum, Dini Forum, İslami Forum Sitesi

Çanakkale Savaşı ve Hikayeleri

Admin

Administrator
Yönetici
Admin
Katılım
Nis 14, 2019
Mesajlar
1,652
Tepkime puanı
76
Puanları
0
Çanakkale Savaşı ve Hikayeleri

726

Çanakkale Savaşı’nın nedenleri ve sonuçları nelerdir? Çanakkale Savaşı’nda neler yaşandı? Çanakkale Savaşı nasıl kazanıldı? Çanakkale Savaşı’nın kısa tarihi ve Çanakkale zaferinde yaşanmış gerçek kahramanlık hikayeleri.
Alman ve İngilizler’in sanayı rekabetinden doğan 1. Cihan Harbi başladığı zaman Osmanlı Devleti, İttihat ve Terakkı istibdadı altındaydı. Bu kadro, millı tarihimizin en büyük şahsiyetlerinden biri olan Sultan Abdülhamıd Han’ı yahudı güdümlü bir entrika sonunda tahtından indirerek iş başına gelmişti. Ancak çok geçmeden kısmen gaflet, kısmen de müteselsil ihanetler neticesi olarak devleti felaketten felakete sürüklemişler ve geniş ülkesiyle harp sahası dışında kalması zor olan Osmanlı Devleti’ni askerı ve siyası bakımdan tehlikeli bir noktaya getirmişlerdi.

Oysa 1911 Trablusgarb ve 1912 Balkan Harpleri facialarının açtığı yaralar henüz sarılmamıştı. İç siyasette hasımlarını dehşetli bir terörle bertaraf etmek yoluna giden İttihat ve Terakkı kadrosu, harplerin doğurduğu iktisadı sıkıntıları da istismar etmek suretiyle zengin olma yolunu tutmuştu. Diğer yandan, taraflar arasında kendi içlerinde bir birlik de yoktu. Talat ve Enver Paşalar, Almanlar’a taraf olurken, Cemal Paşa Fransızlar’ın dahil olduğu ıtilaf grubunu tercih etmekteydi. Fakat bu grupta yahudı güdümlü İngilizler vardı. Bunlar harp neticesinde Filistin’i ele geçirip yahudıye ciro etmek hususunda kararlıydılar. Aynı grupta bulunan Ruslar’ınsa, topraklarımız üzerinde tarihı emelleri vardı. Bu yüzden Cemal Paşa’nın teşebbüsleri netice vermedi.

Harp başladıktan kısa bir müddet sonra Rusya’da başgösteren açlık, 1904 ihtilal tecrübesinden geriye kalan komünistlere yeni bir fırsat oluşturdu. Komünistler, bu iktisadı sıkıntıları istismar ederek Çarlık idaresini sarsmaya başladılar. Durumun bir komünist ihtilaline dönüşmemesinin yegane çaresi, müttefiklerince Rusya’ya gıda ve sair yardımlarda bulunmaktı. Ancak bunun için Romanya üzerindeki Galiçya cephesini geçmek, askerı bakımdan oldukça güçtü. Fakat bu sırada Alman istihbaratının tertıbi olan esef verici bir hadise, düşmanın ekmeğine yağ sürdü; Goben ve Breslaw (sonradan Yavuz ve Midilli) adındaki iki Alman zırhlısı, guya düşman takibinden kaçıyormuş gibi bir görünüşle Çanakkale Boğazı’ndan içeriye girdi. İttihat ve Terakkı hükumeti, müttefiklerince protesto edilen bu hareketi, gemilerin satın alındığı yolunda bir cevapla geçiştirmeye çalıştı. Böyle bir tavrın Osmanlı Devleti’ni gereksiz ve vaktinden önce harbe sokacağını hesap edemeyen gafiller, bir de Türk sancağı çektikleri bu gemilerin kumandan ve personelini değiştirmek ihtiyacını dahı hissetmediler. Sadece onları Osmanlı kıyafetine büründürmekle yetindiler. Birkaç gün sonra bu iki zırhlı, guya bir gezinti maksadıyla Karadeniz’e açıldı. Çok sonradan sabit olduğu üzere Enver Paşa’nın talimatıyla önce bir Rus nakliye gemisine saldırdı ve sonra da Sivastopol’u bombardıman etti. Böylece yahudı asıllı Alman amirali Suşon’un oldu bittiye getirmesiyle Osmanlı Devleti, cihan harbi yangınına itilmiş oldu.


Dur Yolcu! Bilmeden gelip bastığın bu toprak bir devrin battığı yerdir

İşte bu sebepledir ki müttefikler, boğazları geçerek Rusya’ya yardım götürmek ve muhtemel bir komünist ihtilalini önlemek gayesiyle Çanakkale’ye saldırdılar.
250 BİN ŞEHİD
Cihan tarihinin en azametli harplerinden biri olan Çanakkale muharebeleri, İngiltere, Fransa ve İtalya gibi üç büyük devletin buraya yığdığı en modern zırhlılar ve üç yüz bin kişiden ziyade askere rağmen başarımızla sonuçlanmıştır.

Ama ne pahasına!.. 250.000 harp sahasında, takriben 150.000 de hastahanelerde olmak üzere 400.000 vatan evladının şehadet şerbetini içmesi neticesi...

İttihatçıların kötü idarelerine ve askerı bakımdan binbir noksanlığa rağmen Mehmetçik, silah kifayetsizliğini ımanıyla telafı ederek Osmanlı’nın tarihine en son altın sayfalarından birini Çanakkale’de ilave etmiştir.
 

Admin

Administrator
Yönetici
Admin
Katılım
Nis 14, 2019
Mesajlar
1,652
Tepkime puanı
76
Puanları
0
ÇANAKKALE HİKAYELERİ

Çanakkale Zaferi’nin maddı silahtan ziyade ıman kuvvetiyle kazanıldığının sayısız misali vardır. Bunlardan biri olarak bu cepheye gönüllü katılmış yedek subay Muallim Hasan Ethem merhumun şehıdlik mertebesine ermeden az evvel anasına yazdığı ve oradaki askerin hepsine şamil manevı iklımi aksettiren mektubunun bir parçasını dikkatlerinize arz ediyoruz:

BİR ŞEHİD SUBAYIN MEKTUBU
Çanakkale cephesine gönüllü katılmış yedek subay Muallim Hasan Ethem merhumun şehıdlik mertebesine ermeden az evvel anasına yazdığı ve oradaki askerin hepsine şamil manevı iklımi aksettiren mektubunun bir parçasını dikkatlerinize arz ediyoruz:

Valideciğim!

Dört asker doğurmakla müftehir şanlı Türk annesi!

Nasihat-amiz mektubunu, Divrin Ovası gibi güzel, yeşillik bir ovacığın ortasından geçen derenin kenarındaki armut ağacının sayesinde (gölgesinde) otururken aldım. Tabiatın yeşillikleri içinde mest olmuş ruhumu bir kat daha takviye etti. Okudum, okudukça büyük büyük dersler aldım. Tekrar okudum. Şöyle güzel ve mukadddes bir vazifenin içinde bulunduğumdan sevindim. Gözlerimi açtım, uzaklara doğru baktım. Yeşil yeşil ekinlerin rüzgara mukavemet edemeyerek eğilmesi, bana, annemden gelen mektubu selamlıyor gibi geldi. Hepsi benden tarafa doğru eğilip kalkıyordu ve beni, annemden mektup geldi diyerek tebrik ediyorlardı.

Gözlerimi biraz sağa çevirdim; güzel bir yamacın eteklerindeki muhteşem çam ağaçları kendilerine mahsus bir sada ile beni müjdeliyorlardı. Nazarlarımı sola çevirdim; çığıl çığıl akan dere, bana validemden gelen mektuptan dolayı gülüyor, oynuyor, köpürüyordu... Başımı kaldırdım, gölgesinde istirahat ettiğim ağacın yapraklarına baktım. Hepsi benim sevincime iştirak ettiğini, yaptıkları rakslarla anlatmak istiyordu. Diğer bir dalına baktım, güzel bir bülbül, tatlı sadasıyla beni tebşır ediyor ve hissiyatıma iştirak ettiğini ince gagalarını açarak göstermek istiyordu.

Sanki bülbül, bu terennümü ile benim duygularımı aksettiriyordu: «Validen kaderine küssün, ne yapalım! O da erkek olsaydı, bu çiçeklerden koklayacak, bu sütten içeçek, bu ekinlerin secdelerini görecek ve derenin aheste akışını tedkık edecek, çıkardığı derunı nağmeleri duyacak idi.»

Şu anda bu güzel çayırın koyu yeşil bir tarafında, çamaşır yıkayan askerlerim saf saf dizilmişler. Davudı sesli yiğit bir er, ezan okuyor...

Aman ya Rabbı! Bu ovada bu lahutı ses, sanki başka bir alemden geliyordu; ne kadar güzeldi! Bülbüller bile sustu, ekinler bile hareketten kesildi, dere bile sesini çıkarmıyordu. Herkes, her şey, bütün mevcudat onu, o mukaddes sesi dinliyordu. Ezan-ı şerıf bitti. O dereden ben de bir abdest aldım. Cemaat ile namazı kıldık. O güzel yeşil çayırların üzerine diz çöktüm.

Dünyanın bütün dağdağa ve debdebelerini unuttum. Ellerimi kaldırdım, gözümü yukarı diktim, ağzımı açtım ve dedim:

«Ey yerlerin ve göklerin Rabbi! Ey şu öten kuşun, şu gezen ve meleyen koyunun, şu secde eden yeşil ekin ve otların, şu heybetli dağların Halıkı! Sen bütün bunları bizlere verdin. Yine bizlerde bırak! Böyle güzel yerler ve şu nımetler, Sen’i takdıs ve Sen’in yüceliğini tasdık eden bizlere ait olsun!

Ey benim ulu Allah’ım! Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri, Sen’in ism-i celalini İngiliz ve Fransızlar’a tanıtmaktır. Sen bu şerefli dileği ihsan eyle ve huzurunda titreyerek, böyle güzel ve sakin bir yerde Sana dua eden biz askerlerin süngülerini keskin, düşmanlarını zaten kahrettin ya, bütün bütün mahveyle!..» diyerek dua ettim ve kalktım.

Artık benim kadar mes’ud, benim kadar mesrur bir kimse tasavvur edilemezdi.

Anneciğim, diğer oğlun Halid de benim gibi güzel yerlerdedir.

Yalnız bu memleketlerde düğün olmuyor! İnşaallah düşman askerini kahreder de zaferle yanına döner ve düğünümü yaparız, olmaz mı?

Valideciğim, bizleri dualarından unutma! Allah senden razı olsun!..

Oğlun Hasan Ethem

4 Nisan 1331 - 17 Nisan 1915

İşte Çanakkale Zaferi, böyle büyük kahramanların canları mukabilinde bize sundukları bir muvaffakıyet ve hediyedir. Ve bu şanlı müdafaa harbinin her zafer hamlesinde bunun gibi bilinen ve bilinmeyen nice misaller mevcuttur. İşte ibret dolu misaller:
 

Admin

Administrator
Yönetici
Admin
Katılım
Nis 14, 2019
Mesajlar
1,652
Tepkime puanı
76
Puanları
0
BİR ŞEHİDİMİZİN SON SÖZLERİ

2 Haziran 1915’te Kolağası (Yüzbaşı) Mehmed Tevfık, Çanakkale Harbi’nde bir İngiliz mermisi ile yaralanmış ve şehıd olmadan önce şu mektubu yazmıştı:

Ovacık yakınlarındaki Ordugahtan 20 Mayıs 1331 Çarşamba.

Sebeb-i hayatım, feyz-i refıkım,

Sevgili babacığım ve valideciğim,

Arıburnu’nda ilk girdiğim müthiş muharebede sağ yanımdan ve pantolonumdan hain bir İngiliz kurşunu geçti. Hamdolsun kurtuldum. Fakat, bundan sonra gireceğim muharebelerden kurtulacağıma ümıdim olmadığından, bir hatıra olmak üzere, şu satırları yazıyorum.

Hamd ü senalar olsun Cenab-ı Hakk’a ki, beni bu rütbeye kadar ulaştırdı. Yine mukadderat-ı ilahiyye olarak beni asker yaptı. Siz de ebeveynim olmak dolayısıyla, beni vatan ve millete hizmet etmek için nasıl yetiştirmek lazımsa öylece yetiştirdiniz. Sebeb-i feyz-i refıkım ve hayatım oldunuz. Hak Teala Hazretleri’ne nihayetsiz hamd ve sizlere sonsuz teşekkürler ederim.

Şimdiye kadar milletin bana verdiği parayı bugün hak etmek zamanıdır. Vatanıma olan mukaddes vazifemi yerine getirmeye çalışıyorum. Şehıdlik rütbesine kavuşursam, Allah’ın en sevgili kulu olduğuma kanaat edeceğim. Asker olduğumdan, bu her zaman benim için pek yakındır.

Sevgili babacığım ve valideciğim! Gözbebeğim olan hanımım Münevver’i ve oğlum Nezihciğimi önce Cenab-ı Hakk’ın sonra sizin himayenize bırakıyorum. Onlar hakkında ne mümkün ise lütfen yapmaya çalışınız. Servetimizin olmadığı malumdur. Mümkün olandan fazla bir şeyi isteyemem. İstersem de boşunadır. Refıkama (hanımıma) hitaben yazdığım kapalı mektubu lütfen kendi eline veriniz! Tabiı ağlayıp üzülecek; tesellı ediniz. Allah Teala’nın takdıri böyle imiş. İsteklerim ve borçlarım hakkında refıkamın mektubuna koyduğum deftere ehemmiyet veriniz! Münevver’in hafızasında veyahut kendi defterinde kayıtlı borçlar da doğrudur. Münevver’e yazdığım mektubum daha geniştir. Kendisinden sorunuz.

Sevgili baba ve valideciğim! Belki bilmeyerek size karşı birçok kusurlarda bulunmuşumdur. Beni affediniz! Hakkınızı helal ediniz! Ruhumu şad ediniz! İşlerimizin düzeltilmesinde refıkama yardımcı olunuz!

Sevgili hemşırem Lütfiyeciğim!

Bilirsiniz ki, sizi çok severdim. Sizin için gücümün yettiği nisbette ne yapmak lazımsa isterdim. Belki size karşı da kusur etmişimdir. Beni affet, mukadderat-ı ilahiyye böyle imiş. Hakkını helal et, ruhumu şad et! Yengeniz Münevver hanımla oğlum Nezih’e sen de yardım et!

Ey akraba ve dostlarım, cümlenize elveda! Cümleniz hakkınızı helal ediniz! Benim tarafımdan cümlenize hakkım helal olsun! Elveda, elveda! Cümlenizi Cenab-ı Hakk’a tevdı ve emanet ediyorum. Ebediyyen Allah’a ısmarladık, sevgili babacığım ve valideciğim...

Oğlunuz

Mehmed Tevfık

Diğer bir cengaver şehıdden ibretli bir tablo:
 

Admin

Administrator
Yönetici
Admin
Katılım
Nis 14, 2019
Mesajlar
1,652
Tepkime puanı
76
Puanları
0
KOLUMU KESİVER KUMANDANIM!

Çanakkale muharebelerinde kumandanlık yapmış ve yaralanmış olan emekli bir subay, hatıratında şöyle anlatıyor:

Çanakkale Harbi’nin devam ettiği günlerden birindeyiz. O gün akşama kadar devam eden savaş, bu nisbetsiz üstünlüğe karşı yine zaferimiz ile netıcelenmek üzereydi. Gözetleme yerinde muharebenin son safhasını heyecanla takip ediyordum. Mehmetçiklerin “Allah Allah...” nidaları ufku titretiyor, korkunç bir medeniyetin bütün heybetini temsil eden top seslerini bile bu müthiş haykırışlar bastırıyor gibiydi.

Bir aralık, yanımda bir ayak sesi duyar gibi oldum. Geriye dönünce Ali Çavuş ile karşılaştım. Sapsarı olmuş yüzünde müthiş bir ıztırap okunuyordu. Daha neyin var demeye kalmadan, o her şeyi anlatmaya yetecek olan kolunu bana gösterdi. Dehşetle ürpermiştim. Sol kolu bileğinin dört parmak kadar yukarısından aldığı bir isabetle hemen hemen tamamen kopacak hale gelmişti ve elini yere düşmekten ancak zayıf bir deri parçası alıkoymakta idi. Ali Çavuş dişlerini sıkarak ıztırabını yenmeye çalışıyordu. Sağ elindeki çakıyı bana uzattı:

“–Şunu kesiver kumandanım!” dedi.

Bu üç kelimelik cümle, öyle müthiş bir istek, öyle bir mecburiyet ifade ediyordu ki, gayr-i ihtiyarı çakıyı aldım ve derinin ucunda sallanan eli koldan ayırdım. Bu tüyler ürpertici vazifeyi yaparken de:

“–Üzülme Ali Çavuş, Allah vucuduna sağlık versin!” diye moral vermeye çalışıyordum.

Çok geçmeden Ali Çavuş, yalnız elini değil, vatan uğruna fanı vucudunu da feda etti. Gözlerini hayata yumarken de:

“–Vatan sağ olsun! Allah ımandan ayırmasın!.. Canım vatana feda olsun!..” cümlelerini tekrarlayarak son nefesini vermiş, etrafı küçük bir kan gölü haline gelmişti.

Çanakkale harbi nasıl bir ıman gücüyle kazanıldı? Bu hususta, bizzat harbe iştirak etmiş bulunan kahraman yiğitler, zaferin taktiğini şu şekilde anlatıyorlardı:

“Gönüllerimiz Allah’a niyaz halindeydi. O’nun yardım ve istianesine sığınmıştık. Kumandanlarımız da sürekli olarak bize «Salat-ı Nariyye»yi okutturuyorlardı... Böylece ilahı yardıma nail olduk...”
 

Admin

Administrator
Yönetici
Admin
Katılım
Nis 14, 2019
Mesajlar
1,652
Tepkime puanı
76
Puanları
0
TE’YİD-İ İLAHİ (İLAHİ YARDIMLAR)

Çanakkale müstahkem mevkı kumandanı Mirliva Cevat Paşa, Boğaz’a çöreklenen düşman donanmalarının bombardımanları karşısında melul ve mahzun bir halde iken aşırı yorgunluktan dolayı hafif bir uykuya dalmıştı. Rüyasında hatiften bir ses işitti:

“–Ey Cevat! Sizler Allah Teala’nın yüce kelamına hürmet ve tazim edersiniz. Bunun için sizi Cenab-ı Hakk’ın yardımı ile müjdeliyorum! Şu denizin üzerine bir bakıver!”

Cevat Paşa, denizin üzerine baktığında, bir nur cümbüşü arasında «kef» ve «vav» harflerini gördü. Ardından uyandı.

Ertesi gün Cevat Paşa, bir mezarın başında Fatiha okurken rüyasındaki sesi bir daha işitti:

“–Ey Cevat! Depolardaki 26 mayını denize döşe!”

Heyecana kapıldı. Manevı bir muamma ile karşı karşıya idi. Bunu nasıl çözeceğini düşünürken az ileride kendisini süzen nur yüzlü bir zata rastladı. O zat, Paşa’ya yaklaştı ve bir derdi olup olmadığını sordu. Paşa da, olup bitenleri anlattı. O Allah dostu, Paşa’nın anlattığı muammayı derunı bir vukufiyetle açıkladı:

“–Evladım! Deniz üzerinde gördüğün nur, zaferimize alamettir. Kafirlerin bu topraklara sahip olamayacağını gösterir. «Kef» ve «vav» harfleri ise, “ebced” hesabına göre 26 eder. O halde deponuzdaki 26 mayını döşemeniz, zaferin en büyük hamlelerinden biri olacaktır.”

Bu sözlerinin ardından o nur yüzlü zat, gözden kaybolup gitti.

Artık meseleyi iyice idrak etmiş bulunan Cevat Paşa, vakit geçirmeden mezkur mayınların döşenmesi için derhal emir verdi. Nusret Mayın Gemisi ile döşenen mayınlar, Yüzbaşı Hakkı Bey’in kumandasında vazifesini mükemmel bir şekilde yerine getirdi. Gece yarısı denize salınan mayınların her biri tekbır ile suya yerleştirilmişti. O sabah Yüzbaşı Hakkı Bey, vazifesini tamamladıktan sonra geçirdiği bir kalp krizi ile şehıd oldu.

Ertesi gün, düşman zırhlıları Boğaz’a girdiğinde, gece döşenmiş olan mayınlar, vazifelerini ıfa etmeye başladı. Neticede düşman donanmasının bir kısım mühim zırhlıları bu mayınlarla Boğaz’ın sularına gömüldü. Böylece düşmanın hücumu akàmete uğradı.

Büyük bir te’yıd-i ilahıye mazhar olunmuştu. İhlasın ve Allah’a samımı ilticanın fütuhatı, çok bariz bir şekilde müşahede edilmekteydi. Zira Çanakkale’nin ımanlı ordusu, dın-i mübın ve vatanları uğruna çarpışıyordu. Bunun için onlar ilahı yardıma muhatap oldular. Allah Teala buyurur:

“...Siz Allah’ın dınine (onu muhlisler olarak yaşayarak ve başkalarına da ileterek) yardım ederseniz, Allah da size yardım eder...” (Muhammed, 7)

Bu yardıma mazhar olan Koca Seyyid’in hatırası, unutulmayan gerçeklerdendir.
 

Admin

Administrator
Yönetici
Admin
Katılım
Nis 14, 2019
Mesajlar
1,652
Tepkime puanı
76
Puanları
0
ONBAŞI KOCA SEYYİD

Rumeli Mecidiye Tabyası, korkunç bir düşman saldırısı neticesinde neredeyse tamamen imha edilmişti. Cephaneliğin büyük kısmı havaya uçmuş, on altı topçumuz şehıd olmuştu. Koca tabyadan ayakta kalabilen bir yüzbaşı, iki nefer, bir de vinci kırılmış, ağzına mermi alamayan tek bir top idi.

Yüzbaşı, etraftaki birliklere durumu haber vermek için uzaklaşmıştı ki, erlerden Koca Seyyid, denizin üzerinde ateş ve ölüm püskürerek ilerleyen düşman gemilerine bakarak derin derin içini çekti. Gözleri doldu. Acziyet içinde çırpınan yüreğinin mahzuniyetiyle ellerini yüce Mevla’ya kaldırdı ve:

“Ya Rab! Ey kudret sahibi Allah’ım! Bana şu an öyle bir kuvvet ver ki, hiçbir kulun benden daha güçlü olmasın!” diyerek Rabbine sığındı, O’ndan yardım istedi.

Koca Seyyid, dünya aleminden sıyrılmıştı ve sadece Rabbinin huzurunda idi. Gözlerinden akan yaşlar yanaklarından aşağı süzülüyordu. Vird halinde bir müddet:

«لَاحَوْلَ وَلَاقُوَّةَ اِلَّا بِاللهِّٰ» dedi.

Sonra birden «Ya Allah!» diye haykırdı ve arkadaşının hayret ve şaşkınlık dolu nazarları arasında 215 okkalık (yaklaşık 276 kiloluk) mermiyi kavrayıp kaldırdı. Demir basamakları üç kez inip çıktı. Göğüs ve omuz kemiklerinin çatırtıları duyuluyordu. Sel gibi ter döküyordu. Koca Seyyid, çatlamış dudaklarıyla:

“Allah’ım! Benden kuvvetini esirgeme!” duasına devam ediyordu.

Nihayet topun ağzına sürdüğü meşhur üçüncü mermiyle savaşın kaderi değişti. İngilizler’in “Oşin” isimli zırhlı gemisi vurulmuş ve denizin üzeri cehennemı bir aleve bürünmüştü.

Hadiseyi öğrenip Cenab-ı Hakk’a şükreden Cevat Paşa, Koca Seyyid’i tebrik ederken ondan aynı ağırlıkta bir başka mermiyi tekrar kaldırmasını istediğinde Koca Seyyid, şu cevabı verdi:

“–Paşam! Ben bu mermiyi kaldırırken gönlüm Allah’ın feyziyle dopdolu ve te’yıd-i ilahıye mazhar idi. Kendimde bir başkalık hissetmekteydim. Bu ağırlığı kaldıracak bir makama ulaşmışsam, Cenab-ı Hakk’a yaptığım duaların mukabilinde O’nun nusret ve inayetinin tecellısi idi ki bu, o ana mahsustur. Şimdi kaldıramam kumandanım; mazur görün!..”

Seyyid’in bu sözleri üzerine Cevat Paşa:

“–Evladım! Büyük bir iş başardın. Bir mükafat iste benden?” dedi.

Allah’a kulluktan başka her şeyi gönlünden silmiş bulunan fedakar yiğit, ruhundaki ikinci kahramanlığı şu sözleriyle sergiledi:

“–Kumandanım! Hiçbir talebim yoktur; lakin ben pehlivan yapılı olduğumdan dolayı günde bir somun yetmiyor. Düşman karşısında daha güçlü olmam için emretseniz de bana iki somun verseler!..”

Bu isteğe tebessüm eden Cevat Paşa, onu onbaşılıkla mükafatlandırdı.

Koca Seyyid’in bu hali, kalbinin samımiyet ve saflığını ne güzel ifade etmektedir.
 

Admin

Administrator
Yönetici
Admin
Katılım
Nis 14, 2019
Mesajlar
1,652
Tepkime puanı
76
Puanları
0
"BİZ MANEVİ GÜCE MAĞLUP OLDUK"

Daima maneviyat, maddeden üstün gelince, onu tesiri altına alır. Nitekim Çanakkale Harbi’ndeki İngiliz kumandanı tarihçi Hamilton da, bu hakıkati şöyle ıtiraf etmiştir:

“Bizi Türkler’in maddı gücü değil, manevı gücü mağlub etmiştir. Çünkü onların atacak barutu bile kalmamıştı. Fakat biz, gökten inen güçleri müşahede ettik!..”

Yine Hamilton’un bir kabus diyerek anlattığı şu rüyası da ibretlidir:

“...Korkunç bir rüya gördüm. Bu, rüyadan ziyade bir kabus idi. Helles kıyılarında boğulmak üzere idim. Boğazımı demir kıskaç gibi sıkan bir el beni suyun dibine doğru çekiyordu. Uyandığım zaman ter içerisinde idim ve titriyordum. İçimde, çadırımda yabancı biri varmış gibi bir his vardı...

Şimdiye kadar böyle korkunç bir rüya görmemiştim. Çanakkale’nin meş’um (uğursuz) olduğu fikri aklımda yer etmeye başladı. Bu histen saatlerce kurtulamadım. Sanki biz daha buralara gelmeden akıbetimiz kararlaştırılmıştı ve şimdi de üzerimizde icra ediliyordu...”

O sırada İngiliz Harbiye Nazırı olan ve müttefiklerin, hususiyle tereddüt içindeki İngiliz hükumetinin Çanakkale’ye saldırma kararı almasını:

“–Merak etmeyin! Ben üzerimdeki şu bahriye kıyafetiyle Türkler’in payitahtına oturacağım!” şeklindeki sözlerle teminat üstüne teminat vererek sağlamış bulunan Churcill, muharebe sonrası niçin mağlub olduğu sebebiyle muhakeme edilirken itab edici ağır sualler karşısında iyice darlandığı bir sırada mahkeme hey’etine şöyle haykırmıştır:

“–Anlamıyor musunuz, biz Çanakkale’de Türkler’le değil, Allah ile harbettik!.. Tabiı ki yenildik...”

Düşman kumandanlarına bu itirafları yaptıran Çanakkale harbinde yaşanan ulvı hadiseler, Cenab-ı Hakk’ın nusret ve inayetini açıkça sergilemektedir:
 

Admin

Administrator
Yönetici
Admin
Katılım
Nis 14, 2019
Mesajlar
1,652
Tepkime puanı
76
Puanları
0
BULUT İÇİNDE BAYRAM NAMAZI

Çanakkale harbinin devam ettiği günlerde bir Ramazan bayramı arefesiydi. Cephe kumandanı Vehip Paşa, 9. Tümen’in genç imamını çağırarak mahzun bir şekilde, istemeye istemeye şöyle dedi:

“–Hafız! Yarın Ramazan bayramı. Asker toplu olarak bayram namazı kılmak istiyor. Ne dediysem, vazgeçiremedim. Ancak böyle bir şey, pek tehlikeli, yani düşmanın arayıp bulamayacağı toplu bir imha fırsatı olur. Münasip bir dille bunu erata sen anlatıver!..”

İmam Efendi, Paşa’nın yanından henüz ayrılmıştı ki, karşısına nur yüzlü bir zat çıktı ve:

“–Oğlum! Sakın ola askerlere bir şey söyleme! Gün ola hayır ola; Allah ne derse, öyle olur..” dedi.

Ertesi sabah, herkesi hayrette bırakan ilahı bir tecellı yaşandı. Gökten hevenk hevenk bulutlar indi ve gönlü Allah’a kulluk aşkıyla dopdolu olan mü’min askerlerin üzerini kapladı. Onları dürbünle gözetleyen düşman kuvvetleri, artık bembeyaz bulutlardan başka bir şey göremez oldu. O sabah bambaşka bir manevı heyecan içinde kılınan bayram namazında alınan gür tekbirler, dalga dalga semaya yükseliyordu. Nur yüzlü ihtiyar zat, Fetih Suresi’nden bazı ayetleri tilavet ederken askerlerin gönüllerinden taşan kelime-i tevhıd sesleri, birer ıman sayhası halinde düşman saflarından bile duyulmaktaydı.

İşte bu esnada İngiliz kuvvetleri arasında büyük bir kargaşa başgösterdi. Zira çeşitli İngiliz sömürgelerinden kandırılarak toplanıp getirilmiş bulunan bazı müslüman askerler, yine kendileri gibi müslüman bir toplulukla savaştıklarını, işittikleri tekbır ve tevhıd seslerinden anlamışlar ve bunun üzerine isyan etmişlerdi. Ne yapacağını şaşıran zalim İngilizler, onların bir kısmını kurşuna dizdi, diğerlerini de alelacele cephe gerisine çekmek zorunda kaldı.
 

Admin

Administrator
Yönetici
Admin
Katılım
Nis 14, 2019
Mesajlar
1,652
Tepkime puanı
76
Puanları
0
DÜŞMANI YUTAN BULUT

Düşmanın Çanakkale’de müthiş bir taarruza geçtiği bir gündü. Hamilton’un kumanda ettiği harekatta İngilizler hiçbir netice alamamıştı. Hususiyle 29. Tümen’leri ağır zayiat vermişti.

Ancak o gün Kraliyet Norfolk Alayı’nın bir bölümü, az bir mukavemetle karşılaştığı için içerilere doğru ilerlemeye muvaffak olmuştu. Alay, Azmak Deresi’nin kuru yatağını geçmiş, Kayacık Ağılı mevkiinden Damakçı Bayırı’na doğru yavaş yavaş yürüyordu. Karşılarında küçük bir tepe vardı. Üzerinde de garip, soluk renkte bir bulut durmakta idi. Alay tepeye doğru ilerledi ve bulutun içine girip kayboldu.

Şahid olanların imzalarıyla İngiliz kaynaklarında da yer alan bu hadise, düşman birlikleri arasında dehşet uyandırdı. Zira tepenin üzerindeki bulut, 267 kişilik İngiliz askerlerinin son neferini alıncaya kadar beklemiş, sonra da sanki yükünü almış gibi havalanmıştı. Yine o esnada ortaya çıkan yedi-sekiz kadar bulutla birleşerek kuzeye, yani Trakya istikametine doğru uçup gitmişti.

Bugün hala o İngiliz askerlerinin akıbetlerinin ne olduğu bilinmemektedir. Ne esir, ne de ölüm kayıtları, iki tarafta da mevcut değildir.

Bu hadise de, Çanakkale savaşlarında fiziken çözülemeyen ve dünyevı ölçülere göre meçhul kalan, ancak gerçek olduğu tespit edilmiş bulunan ilahı yardımlardan biridir.
 

Admin

Administrator
Yönetici
Admin
Katılım
Nis 14, 2019
Mesajlar
1,652
Tepkime puanı
76
Puanları
0
Çanakkale gazilerinden merhum Ladikli Ahmed Ağa’nın şahid olduğu şu hadise de, o sıkıntılı günlerdeki ilahı yardımın bir tezahürüdür:

Cehennemı bir ateş altında askerlerin damarlarını kurutacak derecede bir susuzluk yaşanıyordu. Tam bu esnada nur yüzlü bir zat, elinde bir testi su olduğu halde siperlerin arasında peyda oluverdi. Bütün askere buz gibi su dağıttı; yine de testisindeki su bitmedi. Ladikli Hacı Ahmed Ağa da, bu zatın testisinden su almıştı. O zat, Ahmed Ağa’ya:

“–Evladım! Yaralanırsan, matarana aldığın sudan sürüver!” dedi.

Nitekim bir iki defa yaralanan Ahmed Ağa, yaralarına bu sudan sürdü ve kısa zamanda şifa buldu.

İsminin Kaşıkçı Dede olduğunu söyleyen bu zat ise, Kilitbahir’de medfun, yıllar önce vefat etmiş bir Allah dostu idi.

Bu hadise gösteriyor ki, Allah’ın izniyle evliyaullahın Çanakkale harbinde büyük yardımının olduğu muhakkaktır.
 

Admin

Administrator
Yönetici
Admin
Katılım
Nis 14, 2019
Mesajlar
1,652
Tepkime puanı
76
Puanları
0
BİR TESTİ SU

Çanakkale gazilerinden merhum Ladikli Ahmed Ağa’nın şahid olduğu şu hadise de, o sıkıntılı günlerdeki ilahı yardımın bir tezahürüdür:

Cehennemı bir ateş altında askerlerin damarlarını kurutacak derecede bir susuzluk yaşanıyordu. Tam bu esnada nur yüzlü bir zat, elinde bir testi su olduğu halde siperlerin arasında peyda oluverdi. Bütün askere buz gibi su dağıttı; yine de testisindeki su bitmedi. Ladikli Hacı Ahmed Ağa da, bu zatın testisinden su almıştı. O zat, Ahmed Ağa’ya:

“–Evladım! Yaralanırsan, matarana aldığın sudan sürüver!” dedi.

Nitekim bir iki defa yaralanan Ahmed Ağa, yaralarına bu sudan sürdü ve kısa zamanda şifa buldu.

İsminin Kaşıkçı Dede olduğunu söyleyen bu zat ise, Kilitbahir’de medfun, yıllar önce vefat etmiş bir Allah dostu idi.

Bu hadise gösteriyor ki, Allah’ın izniyle evliyaullahın Çanakkale harbinde büyük yardımının olduğu muhakkaktır.
 

Admin

Administrator
Yönetici
Admin
Katılım
Nis 14, 2019
Mesajlar
1,652
Tepkime puanı
76
Puanları
0
HAYAL ÖTESİ BİR FERAGAT

Çanakkale harbindeki ıman ordusunun erleri, Hazret-i Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’in manevı terbiyesinde yetişmiş bulunan ashab-ı kiramın ahlakını kendilerine numune almış ve onların maneviyatına gönül vermiş kimselerdi. Bunlardan biri olan er Hüseyin, çok ağır yaralanmış, tedavi görmekteydi. Ancak durumu her an daha da kötüye gidiyordu. O da bunun farkındaydı. Bunun için arkadaşlarının kendisine verdikleri ekmeği eline almış, tam ısırmak üzereydi ki, aniden durakladı. Ve ashabın gösterdiği feragat numunelerinden birinin adeta yeniden tekerrürü sadedinde mü’min kardeşini kendi nefsine tercıhen büyük bir ıman vecdiyle:

“–Can dostlarım! Bu ekmeği benim yemem doğru değildir. Çünkü benim ölümüm iyice yaklaşmış bulunmaktadır. Alın bunu yaşayacak olan yiğitlere verin!..” dedi ve elindeki ekmeği silah arkadaşı Mustafa’ya uzattı.

Ne kadar ısrar ettilerse de, kabul ettiremediler. Nihayet bir müddet sonra bu ıman ve feragat abidesi müstesna şahsiyet, kendisine nasıb olan manevı gıdaların haz ve neşvesi içinde şehıden vuslat-ı Mevla ile şereflendi.

İşte Çanakkale harbinde, ancak peygamberlere ve yüksek velılere ait bir keyfiyet olan infakın en üst noktasındaki ısar hali yaşanıyordu. Bunun için de ilahı rahmet, adeta bir bahar yağmuru halindeydi.
 

Admin

Administrator
Yönetici
Admin
Katılım
Nis 14, 2019
Mesajlar
1,652
Tepkime puanı
76
Puanları
0
ZABİT MUZAFFER

Yüksek tahsil talebesi olan zabit Muzaffer, Çanakkale harbinin sürüp gitmesi üzerine ihtiyaca binaen gönüllü asker olarak ordu saflarına katıldı. Üç aylık bir talimden sonra Çanakkale’ye sevk edildi. Ancak harp bitmişti. Birliklerin büyük bir kısmı doğu cephelerine sevk edilecekti. Bunun için de harpte yıpranmış bulunan nakil araçlarının lastik vs. ihtiyaçlarının giderilmesi gerekiyordu. Bu işle, İstanbullu zabit Muzaffer’i vazifelendirdiler.

Zabit Muzaffer, elindeki tezkere ile derhal İstanbul’a gitti. Aradığı malzemeleri bir yahudı tüccarında bularak erkan-ı harbiye kaymakamına çıktı. Fakat kaymakam, askerin ayağına postal, sırtına kaput bulamadığı gerekçesini ileri sürdü ve istenilen meblağı vermeyi kabul etmedi.

Kaymakamın yanından mahzun ve mağmum bir şekilde ayrılan zabit Muzaffer, ne yapacağını bilemez bir haldeydi. Birliğine eli boş olarak nasıl dönebilecekti? Cephede çekilen sıkıntıları düşünerek sonunda kararını verdi ve yahudı tüccarın yanına varıp, siparişlerini hazırlamasını, sabah namazından sonra almaya geleceğini ve parasını da o zaman ödeyeceğini bildirdi. O gece, sabaha kadar çalışarak bir yüz liralık kağıt para hazırladı. İlk bakışta anlaşılamayacak kadar aslına benzeyen bir kağıt paraydı bu. O zamanlar kağıt paraların üzerinde:

«Bedeli Dersaadet’te altın olarak tesviye olunacaktır.» ibaresi yazılırdı.

Zabit Muzaffer de, kendi hazırladığı yüz liralığın üzerine:

«Bedeli Çanakkale’de altın olarak tesviye olunacaktır.» yazdı.

Sabahleyin erkenden yahudı tüccarından mallarını aldı ve bu parayı vererek bir gemiyle Çanakkale yolunu tuttu.

Üç gün sonra yahudı tüccar, elindeki parayı bozdurmak için Osmanlı bankasına gittiğinde, mesele ortaya çıktı. Para sahte idi. Paranın üzerindeki ibarede kastedilen altın ise, Çanakkale’de dökülen ve altından daha kıymetli olan şehıd kanlarıydı. Her nedense yahudı, bu duruma sükut etti ve hiçbir aksülamelde bulunmadı. Ancak hadise, bütün İstanbul’a yayıldı ve bundan Şehzade Abdülhalım Efendi’nin de haberi oldu. Şehzade, derhal alaka gösterdi. Taklit parayı, yahudıden bedeli olan altını vererek aldı ve bunu zarif bir mahfaza içinde emniyet müzesine hediye etti.

Bu hadisenin kahramanı olan zabit Muzaffer ise, gelişen durumdan habersiz, birliğiyle birlikte doğu cephesine geçmişti. Orada büyük bir cesaret ve fedakarlıkla vatan müdafaasında idi. Kanlı bir çarpışma esnasında ağır bir şekilde yaralandı. Ardından gelecek nesle, ikinci bir ulvı hatıra daha bırakarak şehadet şerbetini içti. Şöyle ki:

Ateş hattında çarpışan ve vazifesi başında şehıd olan zabit Muzaffer Bey, son nefesinde artık sesinin çıkmadığı ve gözlerinin bir şey anlatamadığı dakikada cebinden bir zarf çıkardı; sonra yerden bir çöp parçası alarak yarasından akan kanlara batırıp yazmaya başladı:

“–Kıble ne tarafta?..”

Etrafındakiler, ruhunu, Beytullah’a dönerek Allah’a teslım etmek isteyen Muzaffer Bey’in bu arzusunu yerine getirip onu kıbleye çevirdiler. Ölüm anında, bir yandan yüzü vuslat neş’esiyle dolan zabit, diğer yandan da mukaddes gayenin ulvı müdafaasının kaygısı içerisinde, yazısında son bir hamleyle kahraman askerlerine şu mesajı verdi:

“–Bölük Allah için cihada devam etsin; kanım yerde kalmasın!..”

Üçüncü bir mesaj daha yazacaktı ki, vakti elvermedi ve muazzez ruhunu şehıden Rabbine teslım eyledi.
 

Admin

Administrator
Yönetici
Admin
Katılım
Nis 14, 2019
Mesajlar
1,652
Tepkime puanı
76
Puanları
0
BİR FRANSIZ GENERALİNİN İTİRAFI

ımanlı askerimizin ulvı hasletlerinin numuneleri, sadece mü’min kardeşlerine değil, kendilerini öldürmeye gelmiş bulunan düşman askerlerine karşı dahı tezahür etmekteydi. Bu gerçeği, 1930’da kendilerine ait bir anıt mezarın açılışına gelen Fransız Generali Guro, şehıd Türk askerlerinin kabirlerini de ziyaret etmek isteyerek, etrafındaki çoğu Fransız olan topluluğa karşı yaptığı bir konuşmada şöyle ıtiraf eder:

“–Efendiler! Müslüman Türk askeri, ender bulunan bir askerdir. Bu hususta size dimağımda hala taptaze kalan canlı bir hatıra nakletmek istiyorum.

Bir sabah günün ilk ışıkları ile birlikte Türkler’le süngü harbine başlamıştık. Onlar, çok ama çok mahir dövüşüyorlardı. Kendileriyle başa çıkmak mümkün değildi. Akşam geç vakte kadar süren bir çarpışmadan sonra yaralılarımızı toplamak üzere karşılıklı bir anlaşma yaptık. Her iki taraf da yaralılarını almaya başladıklarında, ben de harp sahasına çıktım. O karışık hengamda gördüğüm bir manzara, değme ressamların fırçalarından bile çıkmayacak bir tablo oluşturmaktaydı. Her şeyi bir kenara bırakıp büyük bir şaşkınlık ve hayranlıkla seyre koyuldum.

Bir Türk askeri, kendi yaralarına, yerden avuçladığı toprakları bastırıyor, kucağında taşıdığı yaralı için ise, gömleğini yırtıp onun yarasını sarmaya çalışıyordu.

Efendiler! Kendi yarasına toprak bastırdığı halde kucağındaki yaralı için gömleğinden parçalar koparan bu fedakar, kahraman ve asil askerin kucağındaki yaralı kimdi biliyor musunuz?..”

Sözlerinin burasında hıçkırmaya başlayan General, gözyaşlarını mendiliyle silmeye çalışarak derin bir iç çekti ve boğuklaşan sesiyle:

“–Efendiler! O Türk yiğidinin kucağındaki yaralı, bir Fransız askeriydi, bir Fransız askeri!..” dedi.

Ardından yere çöktü; elini yüzüne kapatıp ağladı, ağladı, ağladı...

Bu hal, bir mü’minin ruhundaki ufku göstermeye kafıdir. Yaratan’dan dolayı yaratılanlara şefkat ve merhamet...

Buna benzer bir başka hadise, Çanakkale destanının yıllar sonra ortaya çıkan hikmet ve ibret dolu, bereketli bir neticesidir:

YILLAR SONRA
Yıl 1957... Çanakkale harbine katılan Josef Miller isimli bir Anzak, yakalandığı kanser hastalığı sebebiyle Amerika’da hastahanede bir Türk doktoru tarafından tedavi edilmekteydi. Bunu öğrenen yaşlı Anzak, Türk doktora:

“–Tarihin cilvesine bakın ki, Çanakkale’de ölmek üzereyken beni tedavi edenler Türkler idi. Şimdi de yıllar sonra bir Türk’ün elinde tedavi görüyorum...” dedi.

Ardından kendilerinin nasıl kandırılarak Çanakkale harbine getirildiklerini anlattı. Sonra gözleri doldu ve hiç unutamadığı bir hadiseyi şöyle nakletti:

“–Sahip olduğumuz bütün teknolojik imkanlara ve sayı üstünlüğüne rağmen Türkler’in cesaret ve gayretleri karşısında durmadan geri püskürtülüyor, tekrar taarruz ediyorduk. Bu taarruzlardan birinde başımdan yediğim şiddetli bir dipçikle yaralanıp bayılmışım. Kendime geldiğimde Türkler’in arasında olduğumu anladım. Önce çok korktum. Çünkü İngilizler, bize Türkler’i çok vahşı ve barbar insanlar olarak tanıtmıştı. Fakat iyice kendime gelince gördüm ki, yaralarımı sarmış, beni tedavi etmişler. Hiç birinin yüzünde bana karşı öfke yoktu. Üstelik bana çantalarındaki yiyeceklerden ikram ettiler. İyi biliyordum ki, yiyecekleri yok denecek kadar azdı. Şok derecesinde bir şaşkınlık yaşadım. Burada adeta bir misafir gibiydim. Artık içimden «Yazıklar olsun bana! Yazıklar olsun yalancı İngilizler’e!» diyordum. Nihayet serbest bırakıldım ve memleketime döndüm...”

Yaşlı Anzak ağlamaya başlamıştı. Türk doktorun adını sordu. “Ömer” cevabını alınca, yıllardır karar verdiği, fakat bir türlü bir vesıle bulup da ortaya çıkaramadığı bir niyetle yatağından doğruldu. Bir müddet Doktor Ömer Bey’in yüzüne dalgın dalgın baktı. Sonra derin bir nefes alarak o ana kadar tadamadığı bir haz ve vecd içinde:

“–Evladım! Ne güzel bir ismin var! Şimdiden sonra benim adım da Ömer olsun; Anzaklı Ömer olsun!..” dedi.

Ardından, kendisini büyük bir şaşkınlık içerisinde dinleyen Ömer Bey’e tekrar seslendi:

“–Müslüman olmak istiyorum!..”

Doktor Ömer Bey’in yardımıyla kelime-i şehadet getirdi. Sonra bir tesbih ve seccade rica ederek şöyle dedi:

“–Evladım! Ben bunları sizin dedelerinizde görmüştüm. Onlar, harbin en zor anlarında iken, hatta ölüme adım atarlarken bile dillerinden Allah’ın zikrini düşürmüyorlardı. Onlar, tesbihlerini çekerken, yüzlerinde bambaşka haller ve güzellikler sezerdim. Ömrümün şu son günlerinde ben de o hali yaşamak istiyorum...”

Doktor Ömer Bey, derhal onun taleplerini yerine getirdi. Anzaklı Ömer, gücü tükenmiş parmaklarını zorlayarak tesbih tanelerini «Allah, Allah» nidalarıyla çekmeye koyuldu. Gönlüne ve yüzüne inen nur-i ilahı ve huzur, dışarıdan bile hissediliyordu. Sanki hastalığından kurtulmuş, dünyevı hiçbir ıztırabı kalmamıştı.

O, gücü yettiği kadar dınini de Doktor Ömer Bey’den öğrenme gayretiyle son günlerini manevı bir haz ve neşve içinde geçirdi. Yaklaşık bir-iki ay sonra da elinde tesbih Allah’ın ismini zikrede ede ruhunu Rabbine teslım etti. O, öldürmeye gittiği kimseler tarafından gerçek diriliğe erişmiş bir bahtiyar olmuştu...
 

Admin

Administrator
Yönetici
Admin
Katılım
Nis 14, 2019
Mesajlar
1,652
Tepkime puanı
76
Puanları
0
ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE

Mühim olan, yaşayan, duygulu ve seviye kazanmış bir kalbe sahip olabilmektir ki, bütün insanlık istifade etsin ve hidayet bulsun!

İşte Çanakkale’de çarpışan mü’min ordumuz, sadece kahramanlık ve cesaret destanı değil, aynı zamanda sahip oldukları manevı kemal bereketiyle bir fazılet destanı yazmıştır.

Bugün Anadolu’da ocağı tüten her evin kudsı hatırasında bir Çanakkale şehıdinin olduğu muhakkaktır. Her aile bir Çanakkale yetimidir. Bu hal, nesilden nesile intikal eden bir şeref madalyasıdır. Çanakkale, tarihe müşahhas şehıdlik mefhumunu bir daha nakşetmiştir. Bu şehıdlerin kabirleri sıne-i millettedir. Merhum Mehmed akif bunu ne güzel ifade eder:

Ey şehıd oğlu şehıd! İsteme benden makber;

Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber!..

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Abide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle Osmanlı, Erkam Yayınları