Peygamber Efendimizin Mekkeden Medineye Hicreti | İslami Forum, Dini Forum, İslami Forum Sitesi

Peygamber Efendimizin Mekkeden Medineye Hicreti

Admin

Administrator
Yönetici
Admin
Katılım
Nis 14, 2019
Mesajlar
1,652
Tepkime puanı
76
Puanları
0
Peygamber Efendimizin Mekkeden Medineye Hicreti

Peygamberimiz Medine’ye kiminle ne zaman ve niçin hicret etmiştir? Peygamber Efendimizin Mekke’den Medine’ye hicreti.
Hicret, sözlükte bir yerden başka bir yere göç etme anlamına gelir. İslam takviminde (Hicri takvim) tarih başı sayılan Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Mekke’den Medine’ye göç etmesi.

Hicret nedir, niçin yapılmıştır?
Hicret kaçış mıdır ya da sıradan bir göç müdür?
Hicret için neden Medine seçilmiştir?
Peygamberimiz neden hicret etti?
Müslümanlar Mekke’den medine’ye neden hicret etmiştir?
Peygamberimiz Mekke’den Medine’ye kaç yılında hicret etmiştir?
Peygamber Efendimiz’in Medine’ye hicreti nasıl olmuştur?
Peygamberimizin hicret arkadaşı kimdir?
Hicret sırasında meydana gelen önemli olaylar nelerdir?
Hicrete izin verilmesi ve Peygamber Efendimizin Mekke’den Medine’ye hicreti.
 

Admin

Administrator
Yönetici
Admin
Katılım
Nis 14, 2019
Mesajlar
1,652
Tepkime puanı
76
Puanları
0
HİCRET NEDİR?
Hicret, Hz. Muhammed (s.a.v.) ve diğer Müslümanların, baskılardan kurtulmak için 622 yılında Mekke’den Medine’ye göç etmelerine verilen isimdir. Bu göçün sonucunda Medine’de, Medine Sözleşmesi ile günümüzde İslam Devleti olarak sınıflandırılan devletlerden ilki kabul edilen Medine Şehir Devleti kuruldu.

MÜSLÜMANLAR MEKKE’DEN MEDİNE’YE NEDEN HİCRET ETMİŞTİR?

İkinci Akabe Bey’ati’nden sonra müşrikler, Müslümanların sığınıp kendilerini koruyacak bir yere hicret edeceklerini öğrenince, yaptıkları eziyetleri büsbütün artırdılar. Müslümanlar bu dayanılmaz işkenceler sebebiyle Mekke’de oturamayacak hale geldikleri için, hallerini Peygamber Efendimiz’e arz ettiler ve hicret için izin istediler.

Allah Resulü, Allah’ın izni ile Müslümanlara Medıne yollarını işaret etti ve şöyle buyurdu:

“Bundan böyle sizin hicret edeceğiniz şehrin, iki kara taşlık arasında hurmalık bir yer olduğu bana gösterildi.” (Buharı, Kefalet, 4)

Onlara Ensar ile, yani Medıneli Müslüman kardeşleriyle kucaklaşmalarını emretti ve:

“Allah Teala sizin için kardeşler ve huzur bulacağınız bir diyar lutfetti!” buyurdu.

Bundan sonra Müslümanlar, müşriklere hissettirmeden hazırlandılar, birbirlerine yardım ederek gizlice hicret etmeye başladılar.[1]

Çünkü müslümanların daha evvel hicret edip de hüsn-i kabul gördükleri Habeşistan, cihanşümul bir dın için merkez olabilme şartlarını haiz değildi. Medıne ise, hem siyası hem ticarı bakımdan ve daha birçok yönleriyle İslam’a merkez olabilecek vasıfta bir şehirdi. Bu yüzden topyekun hicret, o mübarek beldeye nasıb olacaktı.

Nitekim Medıne, Müslümanlar için bir barınak ve sığınak mekanı haline geldi. Böylece Mekkeli müşriklerin de korktukları başlarına gelmiş oldu. İslam, Mekke dışına çıkmış ve Medıne’de büyük bir ıtibar kazanmıştı. Bu, müşriklerin, Hz. Peygamber’i yurdundan söküp atmak için rahatsız edip durmalarının kendileri için ne kadar büyük bir zarar ve kayıp olduğunu bir türlü anlayamamalarından kaynaklanıyordu. Hakıkaten bu, onlar için büyük bir kayıptı. Fakat göremiyor, duyamıyor, hissedemiyor, kavrayamıyorlardı.

Allah Teala, Resulü’ne buyurdu:

“...Onlar da Sen’den sonra yurtlarında pek az kalabileceklerdir!” (el-İsra, 76)

Zavallı müşrikler, o anki güçlerine ve nefislerinin sultasına aldanarak müslümanları alay, istihza, tehdit, ambargo, şiddet ve işkence ile yıldırdıklarını sanıyor, böylece Mekke’deki nüfuzlarını muhafaza ettiklerine inanıyorlardı. Oysa pek yakın bir zamanda nelere şahid olacaklardı! Kendilerini mutlak ve mukadder bir mağlubiyet ve perişanlık bekliyordu...

Çünkü akın akın Medıne’ye giden Müslümanlar, onlardan korktukları için değil, İslam’ın temellerini en muhkem bir şekilde inşa etmek üzere hicret ettiklerinin şuuru içindeydiler.
 

Admin

Administrator
Yönetici
Admin
Katılım
Nis 14, 2019
Mesajlar
1,652
Tepkime puanı
76
Puanları
0
HİCRET KAÇIŞ MIDIR YA DA GÖÇ MÜDÜR?
Hicret, hiçbir zaman zillet ve meskenet içerisinde çaresizce bir kaçış olarak anlaşılmamalıdır. Medıne, Muhacirler için bir hicret yurdu, diğer mü’min kardeşleriyle birleşip toparlanarak, çıkartıldıkları topraklarda Allah’ın dınini hakim kılmak için yerleştikleri bir karargahtır.

Muhacirler, bunun için mal-mülk, akraba, neleri varsa Mekke’de bırakıyorlardı. Kimi gizli, kimi açıktan açığa Medıne yollarına koyuluyordu.

Hz. Ali der ki:
“Muhacirlerden hiç kimse bilmiyorum ki, gizli olarak hicret etmiş olmasın. Hz. Ömer bundan müstesnadır. O hicret edeceği zaman kılıcını kuşandı, yayını omzuna astı, oklarını ve mızrağını eline aldı ve Kabe’ye gitti. Kureyş müşriklerinin ileri gelenleri, o sırada Kabe’nin yanında bulunuyorlardı. Hz. Ömer Kabe’yi yedi defa tavaf ettikten sonra onların yanına vardı ve şimdiden gelecekteki zaferlerin ilk hamlesini gösterircesine müşriklere haykırdı:

«–İşte ben de Medıne’ye gidiyorum! Anasını ağlatmak, hanımını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyenler arkama düşsün, şu vadinin arkasında karşıma çıksın!»

Ancak hiç kimse O’nun ardına düşüp takib edemedi.” (İbn-i Esır, Üsdü’l-Gabe, IV, 152-153)
 

Admin

Administrator
Yönetici
Admin
Katılım
Nis 14, 2019
Mesajlar
1,652
Tepkime puanı
76
Puanları
0
MUHACİR VE ENSAR NE DEMEK, KİMLERE DENİR?
Medıneliler, Mekke’den gelen kardeşlerini kucaklayarak karşılıyor, onlara can u gönülden yardım ediyorlardı. Bu yüzden Mekkeli Müslümanlara “Muhacir”, Medıneli Müslümanlara ise, yardım edenler manasına “Ensar” denildi.

Allah Teala buyurur:

“(İslam dınine girme hususunda) öne geçen ilk Muhacirler ve Ensar ile onlara ihsan ile tabı olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuştur; onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Allah onlara, içinde ebedı kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu, büyük kurtuluştur.” (et-Tevbe, 100)
 

Admin

Administrator
Yönetici
Admin
Katılım
Nis 14, 2019
Mesajlar
1,652
Tepkime puanı
76
Puanları
0
HİCRET NİÇİN YAPILMIŞTIR?
İslam alimleri, Müslümanların hicret etmelerine izin verilmesinden, şu hükümleri çıkarmışlardır:

Hicret, Hz. Peygamber’in döneminde farz idi. Onun farziyyeti kıyamet gününe kadar bakıdir. Mekke’nin fethi ile sona eren hicret ise, sadece Resulullah devrine mahsustur.

Bir Müslümanın ezan, cemaat, oruç, namaz ve diğer İslamı hükümleri yerine getiremediği bir yerde kalmaya devam etmesi caiz değildir. Cenab-ı Hakk’ın şu ayeti bu hususta delildir:

“Melekler, kendilerine zulmeden kişilerin canlarını aldıklarında, onlara, «Ne işte idiniz?» derler. Onlar da: «Biz yeryüzünde zayıf kimselerdik.» derler. Melekler: «Allah’ın arzı geniş değil miydi, siz de orada hicret etseydiniz ya!» derler. İşte bunların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü gidiş yeridir. Ancak gerçekten aciz ve zayıf olan, çaresiz kalan ve hicret etmeye yol bulamayan erkekler, kadınlar ve çocuklar müstesna.” (en-Nisa, 97-98)

Bu ayette, Medıne’ye hicret etmeyerek müşrik bir cemiyet içinde kalanların, kendilerine zulmettikleri bildirilmektedir. Bunlar, rahatlarını, alışkanlıklarını, ailelerini, mal-mülk ve menfaatlerini dinlerine tercih ediyorlardı. Bu sebepten “Biz yeryüzünde zayıf kimselerdik.” şeklinde ileri sürdükleri mazeretleri kabul edilmemiştir. Bununla birlikte hakıkaten hicrete güç yetiremeyen yaşlı, zayıf erkek, kadın ve çocukların mazeretleri kabul edilmiştir.

Hicret hadisesinden çıkarılan bir başka hüküm ise, Müslümanların ülkeleri ve memleketleri her ne kadar ayrı olsa bile, diğer Müslümanlara mümkün olduğu müddetçe yardım etmelerinin farz olmasıdır. İslam alimleri, Müslümanların yeryüzünde herhangi bir yerde zulüm gören, esir olan veya ezilen mü’min kardeşlerine yardım etmeye muktedir olup da yardım etmedikleri takdirde, büyük bir günaha girecekleri hususunda icma etmişlerdir.

Varlık Nuru, Hicret’e büyük ehemmiyet atfetmiş, Mekke’nin fethine kadar bütün Müslümanların Medıne’ye hicret etmesini istemiştir. Çünkü Medıne dışındaki yerler küfür diyarı idi ve Müslümanların o diyarlarda inançlarını öğrenip yaşamaları çok zordu.
 

Admin

Administrator
Yönetici
Admin
Katılım
Nis 14, 2019
Mesajlar
1,652
Tepkime puanı
76
Puanları
0
MÜŞRİKLERİN SUİKAST PLANI
Mekke’nin gün geçtikçe boşaldığını gören müşrikler, yavaş yavaş işin kendileri açısından vehametini kavramaya başladılar. Hemen bir fesat ocağı olan Daru’n-Nedve’de toplandılar. Toplantıya Necidli olduğunu söyleyen bir ihtiyar da katılmıştı. Bu ihtiyar, insan suretine girmiş şeytandan başkası değildi.

Ne yapacaklarını uzun uzun tartıştılar. Peygamber Efendimiz’i yakalayıp hapsetmek veya Mekke’den sürüp çıkarmak gibi birçok teklifler ileri sürüldü. Tekliflerin hepsine şeytan karşı çıktı. Sonunda en rezil bir kararda fikir birliğine vardılar:

Allah Resulü’nü öldürmek!..

Bu teklifi, devrinin Firavun’u olan Ebu Cehil şöyle dile getirmişti:
Her kabıleden birer silahlı genç bulalım. Gençlerin hepsi O’na bir anda saldırsınlar. Hep birlikte vurup öldürsünler. Böylece O’ndan kurtulalım, rahata kavuşalım! Delikanlılar bu şekilde yapınca, O’nun kanı bütün kabılelere dağılmış olur! Abdi Menaf Oğulları ise, bütün kabılelerle savaşmaya güç yetiremezler, diyet almaya razı olurlar. Biz de, Abdi Menaf Oğulları’na O’nun diyetini öderiz!” dedi.

Necidli bir ihtiyar kılığındaki şeytan:
şte en yerinde söz, bu adamın sözüdür! Bundan daha makul bir teklif olamaz!” dedi. (İbn-i Hişam, II, 93-95)

Bu karar alındığı sırada Allah Resulü, Mekke’de adeta yapayalnız kalmıştı. O, ümmetine düşkün bir Peygamber olarak önce onları göndermiş, kendisi de Muhacirler’in gerisini kollamak gibi bir hareketi tercıh etmişti. Zaten murad-ı ilahı de böyleydi. Hatta mukaddes yolculukta biricik yoldaşı olacak olan Hz. Ebubekir, hicret için kendisinden izin istediğinde:

Sabret!” buyurmuş ve ilave etmişti:
Belki Allah sana hayırlı bir yol arkadaşı verir!” (İbn-i Hişam, II, 92)
Buna çok sevinen Hz. Ebubekir, hicrete hazırlık olmak üzere sekiz yüz dirheme satın aldığı iki deveyi, evinde dört ay ıtina ile besledi. (Buharı, Menakıbu’l-Ensar, 45)

Müşrikler, almış oldukları kararı tatbık için harekete geçtiklerinde, Allah Resulü de hicret için emr-i ilahıyi almıştı:

“(Resulüm!) De ki: Ey Rabbim! Gireceğim yere dürüstlükle girmemi sağla! Çıkacağım yerden de dürüstlükle çıkmamı sağla! Bana katından, hakkıyla yardım edici bir kuvvet ver!” (el-İsra, 80)

Bu ayet-i kerımeden başka, Cebraıl (a.s.) de müşriklerin kurdukları hıleleri Hz. Peygamber’e bildirmiş ve:

“–Bu gece yatağına yatmayacaksın!” demişti. (İbn-i Hişam, II, 95)

Bunun üzerine Hz. Peygamber, gündüzün herkesin istirahat ettiği öğle sıcağında Hz. Ebubekir’in yanına gidip hicret emrinin geldiğini bildirdi.
Hz. Ebubekir sordu:
Beraber miyiz ey Allah’ın Resulü!”

Resulullah:
“–Evet, beraberiz!” buyurdular.
Hz. Ebubekir bu cevaptan öyle memnun ve mesrur oldu ki, göz pınarlarından taşan sevinç damlaları, O’nun gönül alemini en güzel bir şekilde aksettiriyordu.[2]
 

Admin

Administrator
Yönetici
Admin
Katılım
Nis 14, 2019
Mesajlar
1,652
Tepkime puanı
76
Puanları
0
PEYGAMBERİMİZ HİCRET EDERKEN YATAĞINDA KİMİ BIRAKMIŞTIR?
Daha sonra Peygamber Efendimiz, Hz. Ali’yi çağırarak hicreti haber verdi ve üzerinde bulunan emanetleri yerlerine teslım etmesi için O’nu vekil bıraktı. Çünkü Mekke’de, kıymetli bir eşyası olup da, sıdkını ve emınliğini bildikleri için, onu Resulullah’a emanet etmeyen kimse yoktu.

Müşriklerin planlarına tedbır olarak da şöyle buyurdu:

“–Ya Ali! Bu gece benim yatağımda sen yat! Şu hırkamı da üstüne ört; korkma! Sana hoşlanmayacağın bir şey isabet etmeyecektir!” (İbn-i Hişam, II, 95, 98)

Allah Resulü’nün, hırkasını Hz. Ali’nin üzerine örttürmesi, aynı zamanda eşya ile teberrüke bir misal teşkil eder. Bunun benzeri misaller çoktur.

Nitekim Hz. Peygamber, Veysel Karanı’ye de hırkasını göndermiş ve:

“Bunu sırtına giysin, ümmetime dua etsin!” buyurmuştur. (Feridüddın Attar, Tezkiretü’l-Evliya, s. 21)[3]

Burada dikkat çeken diğer bir husus da Hz. Ali’nin Resulullah’a olan teslımiyetidir. Zaten sahabe-i kiram hazaratı, Allah Resulü’nün emirlerine teslımiyette asla tereddüt göstermezler, O’nun söz ve fiillerine tabı olmakta kesinlikle ihmalkar davranmazlardı. Hiçbir zaman neden ve niçin diye sormazlar, verilen emir ne ise derhal onu yerine getirirlerdi. Sünnetlerinden hiçbirini terk etmemeye, hepsiyle istisnasız amel etmeye gayret eder, O’nun yolunu terk ettiklerinde dalalete düşeceklerini çok iyi bilir ve bundan korkarlardı. Ashabın Kur’an-ı Kerım ve Sünnet-i Seniyye’ye bağlılığı, gölgenin sahibine bağlılığı gibiydi.[4]
 

Admin

Administrator
Yönetici
Admin
Katılım
Nis 14, 2019
Mesajlar
1,652
Tepkime puanı
76
Puanları
0
HZ. ALİ’NİN (R.A.) KIRDIĞI PUT
Hz. Ali (r.a.) şöyle anlatıyor:

“Resulullah Mekke’den hicret edeceği zaman beraber Kabe’ye gittik. Kainatın Efendisi bana:
Otur!» buyurdu.

Omzuma basıp Kabe’ye çıkmak istedi. Birden gücüm kuvvetim gitti! Fahr-i alem Efendimiz benim kuvvetten düştüğümü görünce, hemen omzumdan indi. Kendisi yere çökerek:
Bas omuzlarıma!» buyurdu.

Omuzlarına bastım. Bana birden öyle bir güç kuvvet geldi ki, istesem semanın ufuklarına ulaşabileceğimi hissettim! Nihayet, Beytullah’ın üstüne çıktım. Orada tunçtan veya bakırdan bir put vardı. Resulullah bana:

Onu aşağı at ey Ali!» buyurdu.
Aşağı atar atmaz o, sırça bir çanak gibi kırılıverdi!

Hemen Kabe’nin üzerinden indim. Herhangi bir kimse ile karşılaşmamak için hemen oradan uzaklaştık.” (Ahmed, I, 84; Hakim, III, 6/4265)
 

Admin

Administrator
Yönetici
Admin
Katılım
Nis 14, 2019
Mesajlar
1,652
Tepkime puanı
76
Puanları
0
PEYGAMBERİMİZİN HİCRET EDERKEN OKUDUĞU AYETLER
Hicret gecesi, Resulullah, daha hane-i saadetlerinden çıkmadan müşrikler evin etrafını sarmışlardı. Fakat Allah’a tevekkül ve teslımiyeti sonsuz olan Hz. Peygamber’de hiçbir tereddüd, endişe ve telaş emaresi görülmüyordu. Resul-i Ekrem Efendimiz, mübarek ellerine bir avuç toprak alarak müşriklerin üzerine serpti ve Ya-sın Suresi’nin şu ayet-i kerımelerini okuyarak aralarından süzülüp geçti:

“Biz, onların boyunlarına halkalar geçirdik. O halkalar çenelerine kadar dayanmıştır da burunları yukarı, gözleri aşağı somurtmaktadırlar. (Ayrıca) önlerinden ve arkalarından birer set çektik de onları sardık; artık göremezler!” (Ya-sın, 8-9)

Göremezlerdi elbette! Çünkü onların kalplerinin körlüğü gözlerini ama etmişti. Aralarından geçen ise, Fahr-i Kainat, alemlerin Efendisi, Varlık Nuru idi. Tabiı ki, kör kalplerin ve gözlerin Nur’u görmesine imkan yoktu. Nitekim görmediler de!..

Bir kimse müşriklerin yanına gelip onlara:
Siz burada neyi bekliyorsunuz?” diye sordu.

Onlar:
Muhammed’i bekliyoruz!” dediler.

Bunun üzerine o şahıs:
Allah sizi umduğunuza erdirmesin! Vallahi Muhammed çıkmış ve başınıza toprak saçıp gitmiş!” dedi.

Müşrikler ellerini başlarının üzerine sürdüklerinde, toprak içinde kaldıklarını gördüler. Hemen içeriye baktılar. Peygamber Efendimiz’in döşeğinde birisinin uyumakta olduğunu gördüler:

“−İşte Muhammed! Örtüsüne bürünmüş uyuyor!” dediler.

Hemen yatağa doğru yürüdüler. Yataktaki zat doğrulup onlara bakınca müşrikler şaşkınlıktan donakaldılar, gözlerine inanamadılar! Zıra karşılarındaki Allah’ın Resulü değil, Hz. Ali idi!

Kendi kendilerine:
Vallahi, adamın bize söylediği doğru imiş!” dediler.

Kureyş müşrikleri, Hz. Ali’ye öfkeyle:
Amcanın oğlu nerede ey Ali!?” diye bağırdılar.

Hz. Ali:

Bilmiyorum, bu hususta bir fikrim yok! Hem O’nun üzerinde gözcü de değilim! Siz O’na Mekke’den çıkıp gitmesini söylediniz! «Bizden ayrıl, git!» dediniz. O da çıkıp gitti.” dedi.

Bunun üzerine müşrikler Hz. Ali’yi azarladılar ve tartakladılar; hatta Mescid-i Haram’a götürüp bir süre hapsettikten sonra bıraktılar. (İbn-i Hişam, II, 96; Ahmed, I, 348; Ya’kubı, II, 39)

Kalpleri kilitli ve hakıkate ama olan bedbahtlar, hane-i saadetin etrafında çirkin bir niyetle beklerlerken, Allah Resulü, ilahı emniyet içinde, çoktan Hz. Ebubekir’in evine varmıştı. Çünkü müşriklerin bir planı vardı, ama Allah’ın da bir planı vardı ki, onun dışında geçerli olabilecek hiçbir hüküm yoktu. Bu hususu Cenab-ı Hak şöyle bildirir:

“(Ey Resulüm!) Kafirler Sen’i tutup bağlamak veya öldürmek yahud Sen’i (yurdundan) çıkarmak için Sana tuzak kuruyorlardı. Onlar (Sana) tuzak kurarlarken, Allah da (onlara) mekir (tuzak) kuruyordu. Çünkü Allah, mekir (tuzak) kuranların en hayırlısıdır.” (el-Enfal, 30)
 

Admin

Administrator
Yönetici
Admin
Katılım
Nis 14, 2019
Mesajlar
1,652
Tepkime puanı
76
Puanları
0
PEYGAMBER EFENDİMİZİN HİCRET ESNASINDA YOL ARKADAŞI KİMDİR?
Evinden çıktıktan sonra Hz. Ebubekir’in hanesine gelen Allah Resulü, o kabul etmese de, kendisi için hazırlanan devenin parasını verdi. Biraz evvel müşriklerin ortasından onlara görünmeden geçen Allah Resulü, ümmete numune olacağı için bu defa sünnetullah ıcabı tedbirli hareket etti. Hz. Ebubekir’le beraber, evin arka tarafından çıktılar. Develeri birkaç gün daha burada kalacaktı.

Yine ince bir tedbır olarak Medıne’nin aksi istikametine doğru yola revan oldular.

Hz. Ebubekir, Fahr-i Kainat Efendimiz’in kah önünde, kah arkasında yürüyordu. Allah Resulü onun bu hareketini fark edince:

“−Ey Ebubekir, niçin böyle yapıyorsun?” diye sordu.

Hz. Ebubekir:

“−Ya Resulallah! Sizin hakkınızda endişe ettiğim için böyle yürüyorum!” dedi.
 

Admin

Administrator
Yönetici
Admin
Katılım
Nis 14, 2019
Mesajlar
1,652
Tepkime puanı
76
Puanları
0
PEYGAMBERİMİZİN HİCRET ESNASINDA SIĞINDIĞI MAĞARAYA NE AD VERİLİR?
Nihayet Sevr Mağarası’na ulaştılar.

Sıddık-ı Ekber Hazretleri:

“−Ya Resulallah! Ben mağarayı temizleyinceye kadar, siz burada bekleyin!” dedi ve mağaraya girdi. Mağaranın içini temizleyip haşerat deliklerini kapattıktan sonra:

“−Artık gelebilirsiniz ey Allah’ın Resulü!” dedi. (İbn-i Kesır, el-Bidaye, III, 222-223)

Bu sırada müşrikler, Ebu Cehl’in başkanlığında Hz. Ebubekir’in evine gelmişler, kızı Esma’ya babasını sormuşlar ve ondan “bilmiyorum” cevabını alınca, hırs ve hınçlarını, zavallı kızcağızı tokatlayarak çıkarmışlardı.
 

Admin

Administrator
Yönetici
Admin
Katılım
Nis 14, 2019
Mesajlar
1,652
Tepkime puanı
76
Puanları
0
Sevr Mağarası’nın Bekçileri
Varlık Nuru ve O’nun Yar-ı Gar’ı[5] mağarada bir müddet kalacaklardı. Böylece, kendilerini Medıne yollarında arayacak olan müşriklerden daha rahat korunabileceklerdi. Zaten Allah’ın lutf u inayeti onların üzerindeydi ve kul tedbırinin tükendiği yerde ilahı nusret devreye giriyordu. Nitekim birtakım müşrikler, izleri takib ederek, Sevr Mağarası’nın ağzına kadar gelmişlerdi. Ancak baktılar ki, mağaranın ağzı hiç el değmemiş gibi örümcek ağları ile kaplı idi ve ayrıca bir güvercin yuvası vardı. Allah Teala’nın emriyle mağaranın önünde Peygamber Efendimiz’in yüzünü örtüp göstermeyecek biçimde bir ağaç yetişti![6]

Müşrikler, alemlerin Efendisi’nin burada olabileceğine ihtimal vermeyerek geri döndüler.

Bu iki azız yolcunun müşterek yardımcısı, dayanağı, sığınağı ve barınağı, Hak Teala idi. Bunun için mağaranın önüne gelen bedbahtlar, bir güvercin yuvası ile örümcek ağından başka bir şey görememişlerdi.

Ancak bütün bunlar olurken, mağaranın içinde Hz. Ebubekir nazik anlar yaşamıştı. Korkmuştu; kendisi için değil, Allah Resulü Efendimiz için...

Zıra müşrikler azıcık eğilip baksalar, onları hemen görebileceklerdi. Onlar mağaranın sağını solunu dolaşıyor ve:

“–Eğer mağaraya girmiş olsalardı, güvercinlerin yumurtası kırılır, örümcek ağı da bozulurdu” diyorlardı.

Bazıları:

“−Mağaranın içine girip bakalım!” dedikleri zaman, Ümeyye bin Halef:

“−Sizin hiç aklınız yok mu? Mağarada ne işiniz var?! Üzerinde üst üste, kat kat örümcek ağı bulunan şu mağaraya mı gireceksiniz?! Vallahi kanaatime göre şu örümcek ağı, Muhammed doğmadan öncesine aittir!” dedi.

Ebu Cehil ise:

“−Vallahi, öyle zannediyorum ki, O yakınımızdadır! Fakat sihri ile gözlerimizi bağladı, görmez etti!” dedi.[7]

Bu esnada endişeye kapılan Hz. Ebubekir Sıddık, Resulullah’a hitaben:

“–Ben öldürülürsem, nihayet bir tek kişiyim, ölür giderim. Fakat Sana bir şey olursa, o zaman bir ümmet helak olur.” diyordu.

Peygamberimiz ayakta namaz kılıyor, Hz. Ebubekir de gözcülük yapıyordu. Efendimiz’e:

“–Şu kavmin Sen’i arayıp duruyorlar. Vallahi ben kendim için endişelenmiyorum. Fakat sana zarar vermelerinden korkuyorum.” dedi.

Resul-i Ekrem Efendimiz Yar-ı Gar’ına:

“–Ey Ebubekir, korkma! Hiç şüphesiz Allah bizimledir!” buyurdu. (İbn-i Kesır, el-Bidaye, III, 223-224; Diyarbekrı, I, 328-329)

Kur’an-ı Kerım’de bu hadise şöyle anlatılmaktadır:

“O’na (Muhammed’e) yardım etmezseniz, bilin ki inkar edenler, O’nu Mekke’den çıkardıklarında mağarada bulunan iki kişiden biri olarak Allah O’na yardım etmişti. Arkadaşına «Üzülme, Allah bizimle beraberdir!» diyordu; Allah da O’na sekınetini indirmiş, görmediğiniz askerlerle O’nu desteklemiş, inkar edenlerin sözünü alçaltmıştı. Allah’ın sözü ise, işte en yüksek olan odur. Allah Azız’dir, Hakım’dir.” (et-Tevbe, 40)
 

Admin

Administrator
Yönetici
Admin
Katılım
Nis 14, 2019
Mesajlar
1,652
Tepkime puanı
76
Puanları
0
Üçüncüleri Allah Olan İki Kişi
Hz. Ebubekir diyor ki:

“Biz mağarada iken müşriklerin ayaklarını görüyordum:

«–Ey Allah’ın Resulü, onlar ayaklarının aşağısına bir bakacak olsa bizi mutlaka görürler!» dedim.

Bunun üzerine:

«–Ey Ebubekir! Üçüncüleri Allah olan iki kişi hakkında ne endişeleniyorsun?» buyurdu. (Buharı, Fedailü’l-Ashab, 2, Menakıb, 45; Müslim, Fedailu’s-Sahabe, 1)

Sevr Mağarası’nın Önemi Nedir?
Mekke’deki on üç yıllık teblığ ve irşad mücahedesinden sonra, Allah Resulü’ne ikinci bir mağara olarak gösterilen Sevr, Hira’dan farklı bir manevı tedrıs mekanı idi.[8] Orası, ilahı esrar ve kudret akışlarını müşahede etmek, insan ve kainat kitabındaki hikmetleri okumak içindi. İlahı esrara gark olma ve kalbi inkişaf ettirme dersanesi idi.

Buradaki misafirlik, üç gün, üç gece sürdü. Yalnız değildi. Arkadaşı, peygamberlerden sonra insanların en üstün ve kıymetlisi olan Hz. Ebubekir idi. Hz. Ebubekir, O’nunla mağarada üç gün arkadaşlık yapma şeref, izzet ve fazıletine ermiş, “ikinin ikincisi” olmuştu. Varlık Nuru, bu azız arkadaşına:

“…Mahzun olma; Allah bizimle beraberdir!..” (et-Tevbe, 40) buyurmakla, aynı zamanda Allah ile beraber olma (maiyyet) sırrını telkın ediyordu. Bu, gizli zikir talıminin ilk başlangıcı ve gönüllerin Allah’a açılarak itmi’nana ermesiydi.

Yani Sevr Mağarası, kulu sonsuz esrar fezasından, vasıl-ı ilallah kılacak temel kalbı eğitimin başlangıç mekanı ve bu ilahı yolculuğun ilk merhalesi olmuştur.

Hz. Peygamber’in nur menbaı olan kalp alemindeki esrarı ümmetine faş etmesi, ilk defa Hz. Ebubekir ile bu mağarada başlamış, kıyamete kadar devam edecek Altın Silsile’nin ilk halkası oluşmuştur.

ıman, gücünü Hazret-i Peygamber’e muhabbetten almıştır. Bütün ulvı yolculukların temel saikı, O’na olan muhabbettir ve Hakk’a vuslatın yegane yolu, O’na muhabbet ile noktalanmıştır. Çünkü sevginin şartı, aşkın kanunu, sevilen kişiye duyulan muhabbet ve o aşktan dolayı o kişinin sevdiği şeyleri de sevmektir. Muhabbetin taze tutulması da manevı rabıta ile mümkündür.[9] İlahı muhabbeti, ham ve sığ bir idrak ile kavrayabilmek mümkün değildir.

Hz. Ebubekr’in Peygamber Efendimiz’le kalbı rabıtasını ifade eden şu hadisenin, her gönle kendi ufku ve istıdadı ölçüsünde bir tesir bırakacağı kanaatindeyiz:

Hz. Ebubekir, Resulullah ile her sohbetinde apayrı bir zevk ve lezzetle mütelezziz olurlar, esrar-ı nübüvvetin en samımı mahremi olduklarından, müstesna tecellılere nail olarak yanlarında iken bile Allah Resulü’ne hasret içinde kalırlardı.

Nitekim Hz. Peygamber’in:

“−Ebubekir’in malından istifade ettiğim kadar başka hiçbir kimsenin malından faydalanmadım...” ifadesi karşısında, Hz. Ebubekir gözyaşları içinde:

“−Ben ve malım, yalnızca Sen’in için değil miyiz ya Resulallah?!.” (İbn-i Mace, Mukaddime, 11) demek suretiyle kendisini her şeyiyle beraber Hz. Peygamber’e adadığını ve O’nda fanı olduğunu göstermiştir. (Bu manevı makam, tasavvufta “Fena fi’r-Resul” olarak ifade edilmektedir.)
 

Admin

Administrator
Yönetici
Admin
Katılım
Nis 14, 2019
Mesajlar
1,652
Tepkime puanı
76
Puanları
0
Yılan Hikayesi
Sevr Mağarası’nda Allah Resulü, bir ara mübarek başlarını Hz. Ebubekir’in dizlerine koyup hafif bir uykuya dalmışlardı. O esnada Hz. Ebubekir, mağarada kendilerine çok yakın bir yerde küçük bir delik gördü. Herhangi bir zararlı haşeratın çıkıp da Hz. Peygamber’i incitmemesi için hemen ayağını Allah Resulü’nü uyandırmadan o deliğin üzerine koydu.

İmtihan-ı ilahı, gerçekten bir müddet sonra düşüncesinde haklı çıktı. Zıra bir yılan, Hz. Ebubekir’in ayağını şiddetli bir şekilde ısırdı ve zehrini akıttı. O büyük sahabınin canı o kadar yandı ki, Resulullah uyanmasın diye hiç kıpırdamadıysa da, gözlerinden düşen birkaç damlaya manı olamadı. Öyle ki, bu damlalardan bir tanesi Allah Resulü’nün vech-i mübareklerine düştü. Bunun üzerine uyanan Hz. Peygamber:

“–Ne var ya Ebubekir? Ne oldu?” diye sordu.

Hz. Ebubekir:

“–Bir şey yok ya Resulallah!” dediyse de, Resulullah’ın ısrarı üzerine meseleyi anlatmak zorunda kaldı. (Beyhakı, Delail, II, 477; İbn-i Kesır, el-Bidaye, III, 223)

Allah Resulü, hemen mübarek tükrüklerini yılanın ısırdığı yere parmaklarıyla sürdüler. Allah’ın lutfuyla daha o anda Hz. Ebubekir’in acı ve ıztırabı dindi, yarası şifa buldu.

Zayıf bir rivayete göre bu hadise dolayısıyla Allah Resulü, yılana sordu:

“–Bu işi niçin yaptın?”

Yılan da şöyle dedi:

“–Ya Resulallah! Ben yıllardır Sizi görmenin hasreti ile şu küçük delikte bekler dururdum. Tam arzuma nail olacağım sırada, Sizi görebilme yolumun kapanmış olduğunu gördüm. Ancak muhabbetimin galebesine dayanamayarak onu kapatanı engellemek için ısırmak zorunda kaldım.”

Bu hakıkati aksettiren diğer bir misal de Hz. Ömer’in hilafetinde vuku bulmuştur. Şöyle ki:

Rivayete göre Bizans imparatoru, bir iyi niyet nişanesi olarak Hz. Ömer’e düşmanlarını bertaraf etmekte faydalı olabilecek çok kuvvetli bir zehir gönderir. Hayatları Rum entrikalarıyla geçen Bizans imparatorları için çok tabiı olan bu işe, Hz. Ömer iltifat etmez. Onu getiren elçinin önünde zehir şişesini ellerine alır ve sadece bir besmele çekerek olduğu gibi içer. Zehrin hiçbir tesiri görülmez.[10]

Bu hadiseler, yani Allah’ın izni ile zehrin zararından mahfuz olabilmek, ancak Allah Resulü’nün kalp aleminden nasıb alarak O’nunla aynıleşmiş müstesna kullara ait bir keyfiyettir.

Hz. Ömer halıfeliği zamanında bazılarının kendisini H. Ebubekir’e üstün tutar biçimde konuştuklarını işitince:

“−Vallahi, Ebubekir’in o gecesi, Ömer’in bütün hanedanından daha hayırlıdır! Yine Ebubekir’in o günü, Ömer’in bütün hanedanından daha hayırlıdır! Resulullah mağaraya gitmek için evden çıktığı zaman, Ebubekir O’nun yanında idi.” demiştir. (Hakim, III, 7/4268)
 

Admin

Administrator
Yönetici
Admin
Katılım
Nis 14, 2019
Mesajlar
1,652
Tepkime puanı
76
Puanları
0
Peygamberimiz Sevr Mağarası’nda Kaç Gün Kaldı?
Sevr Mağarası’nda misafir kaldıkları zaman zarfında Hz. Ebubekir’in kızı Esma yemek getirir; oğlu Abdullah ise babasının emri üzerine her gece mağarada onların yanında geceler, seher vakti yanlarından ayrılır, sanki Mekke’de gecelemiş gibi Kureyş müşrikleriyle sabahlardı. Son derece zekı ve kabiliyetli bir genç olan Abdullah, gündüz de Kureyş müşriklerinin arasında bulunur, Peygamber Efendimiz hakkında söylenen şeyleri dinler, kurulan hıle ve tuzakları Varlık Nuru’na haber verirdi.

Hz. Ebubekr’in azatlısı amir bin Füheyre de Ebubekir’e ait davarları, Mekkelilerin çobanlarıyla birlikte yayardı. Sabahleyin onlarla birlikte çıkar, akşam dönüşünde ise davarlarının yürüyüşünü ağırlaştırıp çobanlardan geride kalır, gece karanlığı basınca, davarlarıyla birlikte Sevr Mağarası’na dönerdi. Peygamberimiz ve azız dostu, ihtiyaçları olan sütü bu koyunları sağarak alırlardı. Sabahleyin erkenden Mekke’ye dönen Abdullah’ın ayak izlerini de davarların izleriyle siler, belirsiz hale getirirdi.[11]

Üç gündür Resulullah’ı arayan müşrikler, artık O’nu bulmaktan ümit kesmişlerdi. Abdullah’tan, müşriklerin ümıdinin tükendiğini haber alan Resulullah, dördüncü gün kılavuzun getirdiği develere binerek yola koyuldular. Ne de olsa bu yolculuk, doğup büyüdüğü topraklardan bir ayrılış olduğu için Allah Resulü’nün hüzünlenmesine sebep oldu. Çünkü O, Mekke-i Mükerremeʼyi çok seviyordu. Nitekim bir defasında Hazvere bölgesinde durup Kabe ve haremine yönelerek Mekke’ye hitaben şöyle buyurmuştu:

“Vallahi sen, Allah katında beldelerin en hayırlı ve en sevgili olanısın. Çıkarılmış olmasaydım, senden çıkmazdım.” (Ahmed, IV, 305; Tirmizı, Menakıb, 68/3925)

Yine bir defasında Mekkeʼye hitaben:

“Ne güzel bir beldesin, bana ne kadar da sevimli geliyorsun. Şayet kavmim beni senden çıkarmasaydı senden başka bir yeri yurt tutmaz, yuva kurmazdım.” buyurmuştu. (Tirmizı, Menakıb, 68/3926)

Yüce Peygamber’in bu hüznüne, vahy-i ilahı ile tesellı geldi:

“Sana Kur’an’ı (okumayı, teblığ etmeyi ve ona uymayı) farz kılan (Allah) Sen’i döneceğin yere döndürecektir.” (el-Kasas, 85)

Bu ifadeler, geri dönüşü müjdeliyor, aynı zamanda Mekke fethinin ilk alameti olarak Allah Resulü’nün gönlündeki kederi sürura inkılab ettiriyordu.
 

Admin

Administrator
Yönetici
Admin
Katılım
Nis 14, 2019
Mesajlar
1,652
Tepkime puanı
76
Puanları
0
PEYGAMBER EFENDİMİZİN MEDİNE YOLCULUĞU
Mekke ile Medıne arası 400 küsur kilometrelik bir yoldur. O zamanlar deve yürüyüşüyle sekiz günde gidilebiliyordu. Yollar uzun, hava sıcak, kumlar alev alevdi ve mübarek kafile, ilk yirmi dört saat hiç durmadan yollarına devam etmişti.

Hz. Ebubekir, ticaret maksadıyla zaman zaman Şam’a gidip geldiği için pek çok kişi onu tanırdı. Bu yolculukları esnasında da tanıdığı birisiyle karşılaştıkça:

“–Ey Ebubekir! Kimdir şu önündeki zat?” diye Fahr-i Kainat Efendimiz’i soranlara:

“−Kılavuzumdur! Bana yol gösteriyor!” diyerek temkın ve tedbıri elden bırakmaz, bu sözü ile de aslında: “O bana en hayırlı yolu gösteriyor!” demek isterdi. (İbn-i Sa’d, I, 233-235; Ahmed, III, 211)

Hicret Esnasında Peygamberimizin Yanında Kimler Vardı?
Resulullah, Ebubekir Sıddık ve azatlısı amir bin Fuheyre ile birlikte Abdullah bin Ureykıt[12] rehberliğinde Kudeyd mevkiinde bulunan bir çadıra uğradılar. Bu çadır Ümmü Mabed’e aitti. Kendisi gelip geçen yolcuların su ve yiyecek ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırdı. Medıne’nin mukaddes yolcuları da Ümmü Mabed’den süt istediler.

Peygamberimizin Süt Sağması
Çadırda Ümmü Mabed’in gayet zayıf bir koyunu vardı ki, sütü ve yağı olmak şöyle dursun, zayıflığının had safhada olması sebebiyle, hayvancağızın sürüye katılarak meraya gitmeye bile mecali yoktu. Bu sebeple çadırın bir köşesinde kalmıştı. Resulullah, koyunu sağmak için izin istediğinde Ümmü Mabed:
 

Admin

Administrator
Yönetici
Admin
Katılım
Nis 14, 2019
Mesajlar
1,652
Tepkime puanı
76
Puanları
0
“−Anam babam sana feda olsun! Şayet onda süt bulabilirsen sağ!” dedi.

Sevgili Peygamberimiz, Allah Teala’nın bereket ihsan etmesi için dua ettikten sonra besmele çekerek bizzat kendi elleriyle o gün koyundan pek çok süt sağdı.

Ümmü Mabed’in (r.a.) bildirdiğine göre o koyun, Hz. Ömer’in halıfeliği zamanında meydana gelen kuraklığa kadar yaşamıştır.

Yine Ümmü Mabed (r.a.):

“Yeryüzünde hayvanlar yiyecek bir şey bulamazken biz onu akşam sabah sağardık.” diyerek koyundaki bereketi ifade etmiştir.

Resulullah oradan ayrıldıktan sonra çadıra Ümmü Mabed’in (r.a.) kocası Ebu Mabed çıkageldi. Çadırda pek çok süt görünce hayretle:

“−Ey Ümmü Mabed! Bu sütler nereden geldi? Koyunlar uzak merada, hepsi de kısır, burada ise sağılır hayvan yok! Bu ne haldir?” diye sordu.

Hanımı:

“−Bugün bize mübarek bir zat uğradı. Şöyle şöyle güzel halleri vardı.” diye o gün yaşadığı hadiseleri anlattı.

Ümmü Mabed’in (r.a.) Hilye-i Şerifi
Kocası:

“−Aman şu zatı bana tarif et!” deyince, Ümmü Mabed, Varlık Nuru’nun şemailini şöyle tarif etti:

“−Gördüğüm zat öyle bir kimseydi ki, güzelliği zahir, yüzü nuranı, ahlakı güzel ve emsalsiz idi. Kendisinde hiçbir ayıp olmayıp bilakis son derece hoş-endamlı ve güzel sımalıydı. Gözünde siyahlık, kirpiklerinde çokluk, sesinde nezaket vardı. Gözünün beyazı gayet beyaz, karası gayet kara ve Kudret’ten sürmeliydi. Kaşlarının ucu ince, saçları koyu siyahtı. Gerdanı uzun ve yüksek olup sakalı sık ve hafif uzundu.

Sustuğunda üzerinde sekınet ve vakar hasıl olur, konuştuğunda güzellik, güler yüzlülük ve tatlı dillilik zuhur ederdi. Sözleri sanki dizilmiş inciler gibi olup, ağzından tane tane çıkardı. Sözü açıktı, hak ile batılı gayet iyi ayırırdı. Ne acizlik sayılacak derecede az, ne de bıktıracak kadar çoktu.

Uzaktan görüldüğünde, insanların en heybetlisi ve en güzeli, yakınına gelince de insanların en tatlısı ve melahatlisi idi. Orta boylu olup, boyu ne hoşlanılmayacak derecede uzun ne de gözün hakir göreceği şekilde kısaydı. Sanki bir fidandı ki, fidanlar arasında bitmiş, güzelliği onların üzerine çıkmıştı. Yanında birtakım arkadaşları vardı ki, bir şey söylediği zaman huzurla dinlerler ve verdiği emri yerine getirmek için koşuşurlardı. Hizmetine koşulan ve hürmet edilen biriydi. Mütebessim bir çehreye sahipti. Kimseyi ayıplamaz ve azarlamazdı.”
 

Admin

Administrator
Yönetici
Admin
Katılım
Nis 14, 2019
Mesajlar
1,652
Tepkime puanı
76
Puanları
0
Mekke’de Zuhur Eden Peygamber
Ebu Mabed bu güzel sıfatları işitince yemin ederek:

“−Bu zat Kureyş kabılesinde zuhur eden Peygamber’dir. O’nunla beraber olup kendisine arkadaşlık etmeyi ne kadar isterdim. Yine de bir yol bulabilirsem bunu muhakkak yapacağım!” dedi.

O günlerde Mekke’de sahibi bilinmeyen bir sesin Ümmü Mabed’in çadırına gelen misafirleri medheden içli şiirler okuduğu duyulmuştur. Hatiften gelen bu şiiri duyan Hassan bin Sabit de, Peygamber’leri aralarından çıkıp giden kavmin hüsrana uğradığını ve O Peygamber’in Medıne’de hidayeti neşredip Allah’ın kelamını okuduğunu anlatan bir şiir ile cevap vermiştir. (İbn-i Sa’d, I, 230-231; VIII, 289; Hakim, III, 10-11)

Ebu Mabed ve onun mesut ailesi, hep birlikte İslam’a girerek sahabılik şerefine nail olmuşlardır.

Süraka bin Malik’in (r.a.) Müslüman Olması
Mukaddes kafileyi bir türlü bulamayan müşrikler, bulanlara büyük mükafatlar va’detmişlerdi. Bu vaatlerle gözleri kamaşanlar da, yollara düşmüştü. Süraka bin Malik de bunlardandı.

Nitekim Süraka uzun bir arayıştan sonra, Allah Resulü’ne rast geldi. O’nu görür görmez atını hızlandırdı. Fakat birdenbire atının ayakları kumlara gömülüverdi. Kendisi de yere düştü.

Ne kadar uğraştıysa da, kumdan çıkmaya ve Peygamber Efendimiz’e doğru ilerlemeye muktedir olamadı. Bir hayli uğraştıktan sonra aklı başına geldi; nadim oldu. Allah Resulü’nün affına iltica etti. Hz. Peygamber de dua buyurdular. Bu dua bereketiyle Süraka’nın atı kumlardan kurtuldu. Bu mucizeyi gören Süraka’nın, o anda kalp alemi değişti ve Resulullah’a samımı bir dost oluverdi. Kafilenin yerini gizli tutmak niyetiyle geri döndü. O tarafa gelenleri de, ya geri çevirdi ya da başka yönlere sevk etti. (Müslim, Zühd, 75)

Allah Resulü’nün şu müjdesi, Süraka’nın adeta kulaklarında çınlıyordu:

“–Ey Süraka! Kisra’nın bileziklerini takınacağın, kemerini kuşanacağın ve tacını giyeceğin zaman kendini nasıl hissedeceksin?”

Hakıkaten İran fütuhatında Kisra’nın bilezikleri, kemeri ve tacı Medıne’ye getirildiği zaman, Hz. Ömer Süraka’yı çağırıp bunları ona taktı ve:

“−Ey Süraka! Ellerini kaldırıp: «Allahu ekber! Hamd olsun o Allah’a ki, bunları “Ben insanların Rabbiyim!” diyen Kisra bin Hürmüz’den çıkarıp Müdlicoğulları’ndan Süraka bin Malik’e taktırdı!» de!” buyurdu. (İbn-i Esır, Üsdü’l-Gabe, II, 332; İbn-i Hacer, el-İsabe, II, 19)

Peygamber Efendimiz Gamım mevkiine geldiğinde, Büreyde bin Husayb ve kavmi ile karşılaştı. Onları İslam’a davet etti.

Bunun üzerine onlar da Allah Resulü’ne tabı olup İslam’la şereflendiler. Varlık Nuru, Büreyde’ye (r.a.) o gece Meryem Suresi’nin baş tarafını öğretti.[13]

Büreyde başındaki beyaz sarığı çözerek:

“–Ya Resulallah! Müsaade buyurursanız, alemdarınız olayım!” dedi.

Böylece Kuba köyüne kadar Allah Resulü’ne bayraktarlık yaptı.

Büreyde’den sonra mübarek kafile, Şam’dan dönmekte olan ticaret kervanına rastladı. İçlerinde Zübeyr bin Avvam da vardı. Zübeyr, Resulullah’a ve Hz. Ebubekir’e beyaz maşlahlar giydirdi. [14]

Hicret kafilesi Medıne’ye doğru adım adım yaklaşıyordu. Müşriklerin Allah Resulü’nü öldürmek için herkesi seferber etmelerine ve diğer pek çok tehlikelere rağmen, O yine vazıfesini yapmaya devam ediyor, yolda karşılaştığı kimselere İslam’ı anlatıyordu.

Nitekim ashab-ı kiramdan Sa’d ed-Delıl[15] -radıyallahu anh- şöyle anlatır:

“Hicret esnasında Allah Resulü, Hz. Ebubekir ile beraber bize uğradı. O sırada Hz. Ebubekir’in bir kızı, yanımızda süt annede idi. Resulullah kısa yoldan Medıne’ye varmak istiyordu. Biz kendisine:

«–Burası Rekube geçidinin Gair yoludur. Burada Eslem kabılesinden Mühanan diye bilinen iki hırsız vardır. İstersen onların üzerine biz varalım.» dedik.

Resulullah:

«–Sen bizi onların yanına götür!» buyurdu.

Bunun üzerine yola koyulduk. Rekube’yi çıkıp yokuşun başına vardığımızda, o iki hırsızdan biri arkadaşına:

«−Bu zat Yemenlidir.» diyordu.[16]

Varlık Nuru onları yanına çağırıp İslam’ı anlattı ve Müslüman olmalarını istedi. Onlar da Müslüman oldular. Allah Resulü isimlerini sorduğunda:

«–Biz Mühanan (hakır görülen iki kişiyiz).» dediler.

Resulullah:

«–Bilakis siz, Mükreman (şerefli iki kimsesiniz).» buyurdu ve müjdeci olarak önden Medıne’ye gitmelerini emretti.” (Ahmed, IV, 74)