PEYGAMBERİMİZİN ESİR VE HİZMETÇİLERE MUaMELESİ
Allah Rasulü’nün şefkati, harp esirlerine kadar uzanır, onlara güzel muamele edilmesini emir buyururlardı. Mus’ab bin Umeyr’in biraderi Ebu Azız şu ibretli hadiseyi anlatmıştır:
“Bedir Savaşı’nda ben de esir düşmüş, Ensar’dan bir topluluğa teslım edilmiştim. Allah Rasulü -sallallahu aleyhi ve sellem- :
«−Esirlere güzel muamelede bulunun!» buyurmuştu.
O’nun bu emrini yerine getirmek için yanlarında bulunduğum Ensar cemaati, sabah-akşam hisselerine düşen ekmeği bana verir, kendileri hurma ile yetinirlerdi. Ben ise haya eder, ekmeği onlardan birine verirdim, o da hiç dokunmadan tekrar bana iade ederdi.” (Heysemı, VI, 86; İbn-i Hişam, II, 288)
Allah Rasulü -sallallahu aleyhi ve sellem- önceden beri devam edegelen kölelik sistemini kaldırmayı hedeflemiş ve bu yolda büyük adımlar atmıştır. O, her fırsatta köle azad etmeyi teşvik ederek, bunun büyük bir ibadet olduğunu söylemiştir. Bir mü’min, herhangi bir hususta yanlış yapıp da kefaret vermesi gerektiğinde ilk sırada hep köle azad etmeyi zikretmiştir. En yakın dostu Ebu Bekir -radıyallahu anh- servetinin büyük bir kısmını O’nun teşvıkiyle köle azad etmede harcamıştır.
Peygamber Efendimiz, bir gün Ebu Zer -radıyallahu anh-’ın gafleten kölesine sert davrandığına şahid olmuştu. Çok üzüldü ve:
“–Ya Eba Zer, sen hala cahiliye adeti üzerinde misin?” diye sordu. Devamla:
“Allah’ın yarattığına zarar verme! Meşrebine uymuyorsa onu azad et; fazla yük yükleme; yüklediğinde ise ona yardımcı ol!” buyurdu. (Buharı, ıman, 22; Müslim, Eyman, 38; Ebu Davud, Edeb, 123-124)
Adamın biri, kölesi ile cariyesini evlendirmişti. Daha sonra onları ayırmak istedi. Köle, durumu Hazret-i Peygamber’e arz etti. Bunun üzerine Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- köle sahibine:
“Evlenme ve boşanma hakkı sana ait değildir; sen karışma!” buyurdu. (İbn-i Mace, Talak, 31; Taberanı, Kebır, XI, 300)
Bu ve benzeri mes’uliyetler karşısında ashab-ı kiram, her zaman köle azadını tercih eder duruma geldiler. Gittikçe kölelik fiilen ortadan kalktı ve bugünlere gelindi. Yani harp hukuku olarak insanlık tarihinin gerçeklerinden biri olan kölelik zincirini insanın boynundan çıkaran, yine İslam olmuştur.
İslam, köle sahibine daima; “Yediğinden yedir, içtiğinden içir, giydiğinden giydir, fazla yük ve iş yükleme, onun ihtiyaçlarını karşıla!” telkıninde bulunmuştur. Köle azad etmeyi bir mü’min için daha iyi bir kurtuluş yolu ve amel-i salih olarak göstermiştir. Köleler için öyle haklar getirmiştir ki, bunlara riayet edildiğinde, neredeyse köle edinmemek, köle almaktan daha hayırlı hale gelmiş, köle sahibi olmak da bir nevı köle olmak manası taşımıştır. Allah Rasulü -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in vefatı esnasındaki şu son sözleri çok manidardır:
“Namaza, özellikle namaza dikkat ediniz. Elinizin altında bulunanlar hakkında da Allah’tan korkunuz.” (Ebu Davud, Edeb, 123-124/5156; İbn-i Mace, Vasaya, 1)
Yani Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- köleliğin giriş kapılarını imkan nisbetinde kapatmış, çıkış kapılarını da sonuna kadar açmış ve bu durumdaki insanların hürriyete kavuşturulmalarını her fırsatta teşvık ve tervıc etmiştir. Köleliğe son vermek için bundan daha güzel bir metod olabilir mi? İslam’ın köleyi hangi mevkiye çıkarttığını görmek için şu gerçek kafı bir misaldir:
Malum olduğu üzere Bilal-i Habeşı, İslam’dan önce bir köle idi. Ancak müslüman oluşuyla birlikte Peygamber Efendimiz’in baş müezzini oldu ve kendisine bütün müezzinlerin pıri makamı verildi. Nitekim medeniyetimizin kulluk abideleri olan camilerimizin müezzin mahfillerinde yer alan: «Ya Hazret-i Bilal-i Habeşı» levhaları da bunun en canlı tezahürüdür.
Yine Hazret-i Hatıce validemizin Peygamber Efendimiz’e hediye ettiği bir köle olan Zeyd bin Harise -radıyallahu anh- Peygamber Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- tarafından azad edilmiş, o mübarek sahabı de peygamber aşığı bir mü’min olarak nice fazıletlerin örneği olmuştur. Onun oğlu Üsame -radıyallahu anh- da, bizzat Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- tarafından genç yaşta ordu kumandanı tayin edilmiştir.
Öte yandan, İspanya fatihi Tarık bin Ziyad’ın mazisi de, alınıp satılan, boynu tasmalı bir kölelik idi. Fakat İslam sayesinde o köle, insanlık şeref, izzet ve haysiyetine yakışır bir mevkıye yükseldi, İslam orduları kumandanı oldu.
Kısacası İslam, köleyi efendi durumuna getirmiştir. Zaten müşrikler bu sebeple İslam’a karşı çıkmışlardı. Günümüzün, yani 21. yüzyılın İslam’ı kabullenemeyen münkirleri de aynı özellikleri taşımıyor mu? Bugünün dünyasında gasp ediciler, nice hür insanları esir gibi yaşatmıyor mu? Sırf maddı imkanları sömürmek için masum ve çaresiz insanların hakları, hem de hürriyet adına gasp edilmiyor mu? Duyulunca kulaklara sıcak gelen isim ve terimlerle bugün insanlık dünyasında yaşanan acımasız modern kölelik sistemi, eski zalimlerinkinden farklı mı?
O halde dün köleliği ulvı prensip ve mes’uliyetlerle fiilen sıfıra indiren İslam’ın, insanı yücelten kıymet ve fazılet anlayışı, bugün de yeniden insanlığın reçetesi olmalıdır. Aksi halde insanlık; adı hürriyet, uygulaması esaret olan menfaatperest anlayışların pençesinde helak ve perişan olacaktır. Nerede dünyadaki zayıfları; kanları emilecek köleliğe mahkum varlıklar gibi görüp de vampirleşenlerin bozuk prensipleri; nerede, her vesileyle gerek esirler ve gerekse hizmetçiler hakkında Yüce Peygamber’inin mübarek lisanıyla:
“Onlar sizin kardeşlerinizdir; yediğinizden yedirin, içtiğinizden içirin!”[25] şeklinde ölçü koyan İslam’ın yüceliği!..
Onun için dün olduğu gibi bugün de insanlığın tek kurtuluş çaresi, Hazret-i Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’dir. O’na bağlılıktır. Çünkü O, zengin-fakir, patron-işçi, efendi ve hizmetçi ne olursa olsun her insanı insan gibi yaşatmış, insanoğlunu insanlık haysiyetine kavuşturmuş ve bu yolda sarsılmaz ölçüler koymuştur. Öyle ki, ashab-ı kiramdan kendisine gelerek:
“–Hizmetçimizin kusurlarını ne kadar affedelim?” diye soran sahabıye:
“–Onu her gün yetmiş defa affediniz!” cevabını vermiştir. (Ebu Davud, Edeb, 123-124/5164; Tirmizı, Birr, 31/1949)
Merhamet ummanı Peygamber Efendimiz’in şu tavsiyesi, insanın gönlünü aziz tutma hususunda ka’bına varılmaz bir incelik, nezaket ve zarafet misalidir:
“Birinize hizmetçisi yemeğini getirince, onu beraber yemek üzere sofrasına oturtmayacaksa, hiç olmazsa bir iki lokma veya yiyecek bir iki şey versin. Zira yemeğin hararetini ve zahmetini o çekmiştir.” (Buharı, Et’ime, 55; Tirmizı, Et’ime, 44)
Allah Teala, dileseydi durumu tersine çevirip hizmetçiyi efendi, efendiyi de hizmetçi yapabilirdi. O halde Allah’a hamdedip emrimiz altındakilere güzel muamelede bulunmalıyız.