Yetimleri Yoksulları Kimsesizleri Gözetmek | İslami Forum, Dini Forum, İslami Forum Sitesi

Yetimleri Yoksulları Kimsesizleri Gözetmek

Admin

Administrator
Yönetici
Admin
Katılım
Nis 14, 2019
Mesajlar
1,643
Tepkime puanı
76
Puanları
0
Yetimleri ve Yoksulları, Kimsesizleri Gözetmek İle İlgili Ayet ve Hadisler

Yetimleri, yoksulları, kimsesizleri ve ihtiyaç sahiplerini koruyup gözetmenin, onlara sahip çıkmanın fazileti ve önemi ile ilgili ayet ve hadisler nelerdir? Hadislerin açıklamaları ve hadislerden çıkarılan dersler nelerdir?
Yetimleri, kız çocuklarını, zayıf, yoksul ve gönlü kırık kimseleri hoş tutmak, onlara iyilik edip şefkat göstermek, kendilerine mütevazi davranıp kol kanat germenin fazileti ve önemi ile ilgili ayet ve hadisler…
558
YETİMLERİ VE YOKSULLARI, KİMSESİZLERİ GÖZETMEK İLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER
“Mü’minlere kol kanat ger.” Hicr suresi (15), 88
Allah Teala mü’min kullarını Resulullah Efendimiz’e emanet ederek onlara karşı mütevazi davranmasını, yardıma ve himayeye muhtaç olanlarını himaye etmesini tavsiye buyuruyor. Bu sadece Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’e değil, onun şahsında bütün mü’minlere yapılmış bir tavsiyedir. Zira Yüce Rabbimiz mü’minleri birbirine kardeş yapmış, birbirinin derdiyle ilgilenmelerini, birbirinin yarasına merhem olmalarını ve kardeşlerinin sıkıntılarını gidermelerini emretmiştir.

Şu halde mü’minler kardeş olduklarını asla unutmayacak, birbirlerine kaba davranmayacak, kendilerini diğer kardeşlerinden üstün görmeyecek, onları küçümsemeyecek, onlara kardeşim diye bakacak, onlardan bir kabalık görünce hemen yüz çevirmeyecek, herkesin mükemmel olmayacağını düşünerek anlayışlı davranmaya gayret edeceklerdir.

“Sabah akşam Rablerine dua ederek onun rızasını kazanmaya çalışanlarla beraber sıkıntılara karşı dayan. Dünya hayatının süslerine kapılıp da gözlerini onlardan ayırma.” Kehf suresi (18), 28
Peygamber Efendimiz’in fakir ve kimsesiz müslümanlarla beraber oturup kalkması, Mekke’nin kendini beğenmiş zenginlerinin canını sıkıyordu. Onlara göre fakirler ayrı bir sınıftı ve ancak kendilerine denk olanlarla beraber oturup kalkabilirlerdi. Bazı konuları görüşmek üzere Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına geldiklerinde bazı kölelerin ve fakir müslümanların, en azından kendileri gidene kadar dışarı çıkmalarını istediler. Bunun üzerine bu ayet-i kerıme nazil oldu. Allah Teala Resul-i Ekrem’ine hitaben sen o adamların dediklerine bakma. Sabah akşam sadece Rablerinin rızasını kazanmak için ibadet edip duran o yoksul ama samimi müslümanları, kafirlerin sözüne bakarak yanından kovma. Allah’ın kendilerinden razı olduğu insanlar bu yoksul ve kimsesiz mü’minlerdir. Sen hep onlarla birlikte olmaya bak. Malına, mülküne güvenip şımaran o adamları kazanmak pahasına da olsa, fakir müslümanları gücendirme, buyurdu.

Demekki Allah katında önemli olan, iman dolu bir gönüldür. İman dolu bir gönülden daha değerli bir şey yoktur. Yoksul bir mü’min, dünyaya sahip bir kafirden ölçülemeyecek kadar değerlidir.

“Yetimi sakın üzme, senden bir şey isteyeni azarlama!” Duha suresi (93), 9-10
Bu iki ayet-i kerımede, yine Peygamber Efendimiz’in şahsında mü’minlere iki görev verilmektedir.

Birincisi yetime iyi davranmaktır. Allah Teala Resulullah Efendimiz’e, sen de bir zamanlar yetimdin. Ben seni koruyup gözettim. Ben seni nasıl himaye etmişsem, sen de diğer yetim kullarıma sahip çık; onların derdiyle ilgilen; sıkıntılarını hallet buyurmaktadır. Demekki yetimler bize Allah emanetidir. Onları dertleriyle, üzüntüleriyle başbaşa bırakmayacağız. Koruyup gözeteceğiz. Kendilerine yetimliğin acısını duyurmamaya çalışacağız. Toplum çarkının içinde ezilmelerine göz yummayacağız.

İkinci görevimiz ise bizden bir şey isteyeni kovmamak, gururunu incitip azarlamamaktır. Bizden bir şey isteyen, istediği şeyin bizde bulunduğundan emin olduğu için ister. Bu, para olabilir, bedenı destek olabilir, ilim ve maharet olabilir. Şayet istenen şey bizde varsa, demekki Yüce Rabbimiz herkese vermediği o imkanı bize lutfetmiştir. Bu ilahı lutfu Allah’ın kullarından esirgemek, onu bize verene karşı nankörlük etmek olur. Şu halde insan, elindeki imkanları ve ilahı lutufları, onları isteyeni kırıp incitmeden vermelidir. Veremeyecek durumdaysa, bu isteği tatlı bir dille geri çevirmelidir.

“Dini yalan sayan kimseyi gördün mü? İşte o, öksüzü incitir, yoksulu doyurmak için ön ayak olmaz.” Maun suresi (107), 1-3
Din insanı hem dünyada hem de ahirette mutlu edecek görevleri belirleyen ilahı buyruktur. İnsanın başlıca görevinin Allah’ın emirlerini yapıp yasaklarından kaçmak olduğunu, bütün yaratılmışlara sevgi ve şefkat göstermek gerektiğini ortaya koyar.

İnsan Allah’ın buyruklarını yaptığı ölçüde mutlu olur. Yasaklarından kaçındığı ölçüde ona bağlı olmanın manevı zevkine erer. İnsanlara iyi davrandıkça, onları kendisinden memnun ettikçe, kederli gönülleri sevindirdikçe yaşamanın güzelliğini farkeder.

Dini yalanlayan yani İslam’ı tanımayan kimse, gönlünde Allah’a saygı, insanlara sevgi taşımayan kimsedir. Böyleleri öksüzleri kucaklayıp bağrına basmaz. Aksine onları iter, kakar, hor görür. Yetimleri kırmaktan, ezmekten geri durmaz. Fakirleri ve yoksulları doyurmak, onların ihtiyaçlarını gidermek için gayret göstermediği gibi, başkalarının yardım etmesine de ön ayak olmaz.

Demekki dindar olmayan kimsede şefkat ve merhamet duyguları körelmiştir. Onların insanı yönleri büyük ölçüde ölmüştür.
 

Admin

Administrator
Yönetici
Admin
Katılım
Nis 14, 2019
Mesajlar
1,643
Tepkime puanı
76
Puanları
0
HADİSLER
Sabah Akşam Rablerinin Rızasını Dileyenleri Huzurundan Kovma
Sa`d İbni Ebu Vakkas radıyallahu anh şöyle dedi:

Biz altı kişi Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte oturuyorduk. Bu hali gören müşrikler Peygamber aleyhisselam’a:

- Şunları yanından def’et! Bize karşı saygısızlık etmeye kalkmasınlar, dediler.

Orada benden başka Abdullah İbni Mes`ud, Hüzeyl kabilesinden biri, Bilal ve adlarını vermek istemediğim iki kişi daha vardı.

Müşriklerin bu teklifi üzerine Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in kalbinden (kendisine kırılmayacağımızdan emin olduğu için) bizleri oradan uzaklaştırma düşüncesi geçti. Bunun üzerine Allah Teala şu ayeti indirdi:

“Sabah akşam Rablerinin rızasını dileyerek ona yalvaranları huzurundan kovma!” [En`am suresi (6), 52]. Müslim, Fezailü’s-sahabe 46

Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Fakirleri küçümsemek ve kendisini onlardan üstün görmek, görünüşe değer veren basit ve seviyesiz insanların ölçüsüdür. Mekkeli müşrikler, Peygamber Efendimiz’in etrafında toplanan ve ona gönülden iman eden fakir müslümanlara hep bu gözle bakmışlardır. Onlarla aynı mecliste bulunmayı bir gurur meselesi yapmışlardır. Karşılarına aldıkları bu çoğu kendi köleleri olan yoksul müslümanları, dinlerinden döndürmek için dövüp sövmüşler, ölümle tehdit etmişler, hatta bir kısmını şehit etmişlerdir. Gönüllerini İslam aşkı ve Resulullah sevgisi dolduran bu bahtiyar insanlar, onların tehdidine pabuç bırakmamışlar, her fırsatta Resul-i Ekrem Efendimiz’in huzuruna gelerek onu derin bir zevk ve heyecanla dinlemişlerdir. Peygamber Efendimiz bütün insanlara İslamiyet’in güzelliğini anlatmak ve müslüman olmadan bahtiyarlığın tadılmayacağını söylemek istiyordu. Bunun için halkın ayağına gidiyor, saatlerce konuşuyordu. Müslüman olmalarını çok istediği bazı hatırlı müşrikler vardı. Onların kendisiyle görüşmek istemeleri Resulullah Efendimiz’in hoşuna gitti. Onlar gelip de:

- Seninle konuşmamızı ve sonra da dinine girmemizi istiyorsan, biz yanına geldiğimizde bu değersiz adamları kov, deyince, Resulullah bu teklifi hiç düşünmeden reddetti.

Rivayete göre o zaman müşrikler daha yumuşak bir teklifle geldiler:

- Bari biz yanına gelince, bunlar kalkıp gitsin, dediler.

Bu adamları kazanması halinde dinin daha çok güçleneceğini hesap eden Peygamber aleyhisselam şöyle düşündü: Etrafımdaki fakir müslümanlar, İslam’a bütün benlikleriyle bağlanmış kimselerdir. Üstelik benim kendilerini ne kadar sevdiğimi, bu müşrikleri kazanmayı ne kadar istediğimi iyi bilirler. Müşriklerin bu yumuşak tekliflerini kabul edersem, müslüman kardeşlerim bana gücenmezler.

Yüz bulunca astarını da isteyen müşrikler, tekliflerini Resulullah Efendimiz’in kabul ettiğini görünce:

- Öyleyse bu anlaşmayı yazalım ve her zaman buna uyalım, dediler.

İşte bu olmayacak teklif üzerine ayet-i kerıme nazil oldu. Allah Teala Nebiyy-i Muhterem’ine şöyle hitab ediyordu:

“Sabah akşam Rablerinin rızasını dileyerek ona yalvaranları huzurundan kovma!” [En’am suresi (6), 52].

Demekki Allah Teala o bütün benlikleriyle Rablerine bağlanmış olan fakir, yoksul ve köle kullarının gücendirilmesine izin vermiyordu. Kalblerindeki sarsılmaz iman sebebiyle her biri cihana bedel bu fakir müslümanları gördükçe Resulullah Efendimiz gülümser ve:

- Merhaba, kendileri yüzünden Rabbimin beni azarladığı insanlar, diye gönüllerini alırdı. Allah Resulü onlarla oturmayı sever, onlardan biri kalkıp gitmedikçe yerinden ayrılmazdı.

İnsanlar ne kadar medeniyiz deseler de, asırlar boyu süregelen cins, ırk, renk, soy ve sınıf ayırımı bitmiyor. İslam’ın on beş asır önce ortaya koyduğu, insanlar arasında hiçbir ayırım yapmama, görünüşe değil gönle bakma ölçüsü ne kadar insanı, ve ne kadar asıl değil mi?

Hadislerden Çıkarmamız Gereken Dersler
İslamiyet’e ilk gönül verenler, köleler ve fakir kimselerdir.
İyi insanların gönlünü hoş tutmak ve onları asla gücendirmemek gerekir. Zira onları üzen, Allah Teala’yı gücendirmiş olur.
İnsanlara malları ve makamları sebebiyle değil, Allah’a yakınlık ölçüsü olan dindarlıkları sebebiyle saygı gösterilmelidir.
İslamiyet insanları Allah huzurunda eşit saymıştır. Din öğretiminde, ibadet esnasında ayırıma gitmemiştir.
Eğer Onları Gücendirdiysen, Rabbini De Gücendirdin
Bey`atü’r-rıdvan’a katılan sahabilerden Ebu Hübeyre aiz İbni Amr el-Müzenı radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre birgün Ebu Süfyan, aralarında Selman-ı Farisı, Suheyb-i Rumı ve Bilal-i Habeşı’nin de bulunduğu bir gurup müslümanın yanından geçti. Onu gören bu müslümanlar:

- Allah’ın kılıcı Allah düşmanını haklamadı, dediler.
Bunu duyan Ebu Bekir radıyallahu anh:
Bu sözü Kureyş’in büyüğüne ve efendisine mi söylüyorsunuz? dedi. Sonra da Peygamber aleyhisselam’ın yanına gelerek bu olayı anlattı.

O zaman Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:
“Ebu Bekir! Bu sözünle belki de onları gücendirdin. Eğer onları gücendirdiysen, Rabbini de gücendirdin demektir”, buyurdu.
Hz. Ebu Bekir hemen o yoksul müslümanların yanına gelerek:
Kardeşlerim! Yoksa sizleri gücendirdim mi? diye sordu.

Onlar:
Hayır sana gücenmedik. Allah seni bağışlasın, kardeş! dediler. Müslim, Fezailü’s-sahabe 170
 

Admin

Administrator
Yönetici
Admin
Katılım
Nis 14, 2019
Mesajlar
1,643
Tepkime puanı
76
Puanları
0
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Hadisimizin ravisi Ebu Hübeyre, hicretin 6. yılında Hudeybiye mevkiinde Peygamber Efendimiz’e biat eden sahabılerden biridir. Bu mübarek insanlara Bey`atü’rrıdvan ehli adı verilir.

Ebu Hübeyre’nin anlattığı bu olayda sözü edilen üç sahabınin üçü de köleydi. Bunlardan Selman-ı Farisı, İran’ın Ramhürmüz kasabasından olup, memleketinde mecusı idi. Ateşe tapardı. Sonra hıristiyan oldu. Hizmetinde bulunduğu papaz, ona yakında Son Peygamber’in geleceğini haber vermişti. Selman hür olduğu halde esir edilip Medineli bir yahudiye satılmıştı. Peygamber Efendimiz Medine’ye hicret edince, Selman onun gerçekten Peygamber olduğunu anlayarak müslüman oldu. Resul-i Ekrem Efendimiz’in sevgi ve takdirini kazandığı için Efendimiz “Selman Ehl-i beyt’tendir” buyurdu.

İkincisi Suheyb-i Rumı idi. Arap asıllı olduğu halde henüz çocukken Rum’ların yaptığı bir baskında esir edilmiş, daha sonra Araplara satılmıştı. İlk müslümanlardan olduğu için kafirlerden pek çok eziyet görmüştü. Peygamber Efendimiz ashabına, bir anne yavrusunu nasıl severse, onu öyle sevmelerini tavsiye etmişti.

Üçüncü sahabı ise Habeşistan asıllı olduğu için Bilal-i Habeşı diye şöhret bulmuştu. Bilal, köle olduğu yıllarda kafirlerin çeşitli işkencelerine uğramış, fakat dininden asla vazgeçmemişti. Resul-i Ekrem Efendimiz ona İslam’ın ilk müezzini olma şerefini vermişti.

Bu olayın geçtiği günlerde Mekkeli müşriklerle Hudeybiye anlaşması yeni yapılmıştı. Bu anlaşmanın getirdiği bazı haklar sebebiyle Ebu Süfyan elini kolunu sallayarak Medine’ye gelip gidebiliyordu. Bu üç büyük çilekeş sahabı, bir zamanlar kendilerine ve diğer yoksul müslümanlara işkence eden kafirlerden biri olan ve müslümanlara karşı yapılan birçok savaşı yöneten Ebu Süfyan’ı karşılarında görünce dayanamadılar:

- Allah’ın kılıçları, Allah’ın düşmanını haklamadı, dediler.

Orada bulunan Hz. Ebu Bekir, Ebu Süfyan’ı İslam’a meylettirmek düşüncesiyle bu yoksul, fakat gönlü zengin müslümanlara:

- Bu sözü Kureyş’in büyüğüne ve efendisine mi söylüyorsunuz? dedi.

Sonra da olup biteni Resul-i Ekrem Efendimiz’e anlattı.

Gönüller Sultanı Efendimiz, bir önceki hadisin açıklamasında belirtildiği üzere, fakir müslümanları gücendirmenin kendisine neye malolduğunu düşünerek sevgili arkadaşını uyardı:

- “Ebu Bekir! Bu sözünle belki de onları gücendirdin. Eğer onları gücendirdiysen, Rabbini de gücendirdin demektir”, buyurdu.

Cenab-ı Hakk’ı gücendirmek faciaların en büyüğü olduğu için Hz. Ebu Bekir bu üç yoksul müslümanın yanına koştu:

- Kardeşlerim! Yoksa sizleri gücendirdim mi? diye özür dileyen bir sesle sordu.

Hz. Ebu Bekir’i çok iyi tanıyan bu gani gönüllü yoksullar:

- Hayır sana gücenmedik. Allah seni bağışlasın, kardeş! dediler.

Allah’a ve O’nun dinine gerçekten gönül vermiş ve bu suretle Allah dostu olmuş kimselere karşı son derecede uyanık bulunmak ve onları asla incitmemek gerekir. Cenab-ı Mevla’nın sevgili Peygamber’ine, onun da sevgili dostuna yaptığı bu uyarılar, aslında bizim bu konularda dikkatli olmamız için yapılmış birer ıkaz ve ihtardır.

Kimin ne olduğunu Allah bilir. Ama gönlü kırıkların Allah’a daha yakın ve O’nun yüce katında hatırlı kişiler oldukları söz götürmez. Onları hoşnut etmek ve gönüllerini kazanmak, aslında Allah Teala’yı memnun etmek ve rızasını kazanmaya yol aramak demektir.

Hadislerden Çıkarmamız Gereken Dersler
Fakir ve kimsesiz müslümanlara iyi davranmalı ve onları gücendirmemelidir.
Müslümanlar din kardeşlerinin iyi niyetle söylediği sözlere gücenmemeli, gücense bile onları hoş görüp bağışlamalıdır.
Selman, Suheyb ve Bilal çok değerli sahabılerdir.
Ben Ve Yetimi Himaye Eden Cennete Beraber Olacağız
Sehl İbni Sa`d radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem:

“Ben ve yetimi himaye eden kimse cennette şöylece beraber bulunacağız” buyurdu ve işaret parmağıyla orta parmağını, aralarını biraz aralayarak, gösterdi.

Buharı, Talak 25, Edeb 24. Ayrıca bk. Ebu Davud, Edeb 123; Tirmizı, Birr 14

Hadıs-i şerıf bir sonraki hadisle birlikte açıklanacaktır.

Ebu Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Kendi yetimini veya başkasına ait bir yetimi himaye eden kimseyle ben, cennette şöyle yanyana bulunacağız.”

Hadisin ravisi Malik İbni Enes, -Peygamber aleyhisselam’ın yaptığı gibi- işaret parmağıyla orta parmağını gösterdi. Müslim, Zühd 42

Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Erginlik çağına gelmeden önce babasını kaybetmiş çocuğa yetim deriz. Hadıs-i şerıf yetimleri, soy itibariyle yakınlık bakımından, insanın kendi yetimleri ve başkasına ait yetimler diye ikiye ayırmaktadır. Bir kimsenin kendi yetimleri: torunu, erkek veya kız kardeşinin çocuğu, öz veya üvey kardeşi, oğulluğu veya kocası ölen bir hanıma göre geride kalan çocukları, yahut bu neviden yakınlarıdır.

Yetim bir yavrunun babadan anadan kalma malı bulunabilir. O takdirde bu yavru erginlik çağına girene kadar kendisine sahip çıkmak, malının yok olup gitmesine meydan vermemek onu himaye etmek olur. Şayet malı yoksa, onun himayesi, babasının yokluğunu aratmamaya çalışmakla mümkün olur. Her toplumda olduğu gibi bizde de hadsiz hesapsız yetim vardır. Nice yetimler, ellerinden tutacak, kendilerini hayatın zor ve katı şartlarına alıştıracak rehberleri olmadığı için ezilmişler, itilip kakılmışlar ve adeta kötü insan olmaya zorlanmışlardır.

Bu yavrulara sahip çıkanlar, toplumun bir açığını kapamış, bir yarasını sarmış olurlar. Kısacası, insan olmanın sorumluluğunu duymuş olurlar. Hayatın kahredici çarkının bir insanı ezmesine göz yummayanlar, emsalsiz bir insanı zevki tadarlar. Ayrıca şu hadıs-i şerıfin vadettiği hesapsız mükafatı kazanırlar:

“Bir kimse sırf Allah rızası için bir yetimin başını okşarsa, elinin dokunduğu her saç teline karşılık ona sevap vardır” (Ahmed İbni Hanbel, Müsned, V, 250).

Her saç teline karşılık bir sevap, ne büyük mükafattır...

Şu halde yüreğinden kopup gelen derin bir şefkat duygusuyla bir yetimi kucaklayıp bağrına basan, yanaklarına öpücükler konduran, ona yalnızlığını ve yetimliğini unutturmaya çalışan bir kimse, ilahı rahmet sağanağı altında yıkanmış ve günahlarından arınmış olmaktadır.

Bir yetim gülüyorsa, başına şefkat eli değdiği içindir. Bir yetim gülüyorsa, bütün bir toplum gülüyor demektir.

Şu hadıs-i şerıf de bu gerçeği pekiştirmektedir:

“Bir kimse, müslümanların arasında bulunan bir yetimi alarak yedirip içirmek üzere evine götürürse, affedilmeyecek bir suç işlemediği takdirde, Allah Teala onu mutlaka cennete koyar” (Tirmizı, Birr 14).

Affedilmeyecek suç ifadesi, hatıra iki büyük günahı getirmektedir:

Biri Allah’a şirk koşmak yani Allah’dan başka bir ilahın varlığını kabul etmek, diğeri de kul hakkı yedikten sonra onu helal ettirmemektir.

Cennet’e girebilmek, şüphesiz büyük bir saadettir. Ondan da üstünü, Cennet’te Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’e komşu olabilmektir. Cennet’i yaratan ve oradaki üstün mevkileri bazı iyilikleri yapanlara ayıran Allah Teala, sevgili Resulü’ne komşu olma bahtiyarlığını, yetimleri koruyanlara lutfetmiştir. Ne mutlu o bahtiyarlara!..
 

Admin

Administrator
Yönetici
Admin
Katılım
Nis 14, 2019
Mesajlar
1,643
Tepkime puanı
76
Puanları
0
Hadislerden Çıkarmamız Gereken Dersler

Cennette en üstün mevki, Hz. Peygamber’e komşu olabilmektir.
Bu üstün mevkii kazanmanın bir yolu, yetimi himaye etmektir.
Kendisinin veya başkalarının yetimlerini koruyanlar, Allah Teala’yı hoşnut ederler.
Asıl Yoksul Muhtaç Olduğu Halde Dilenmeyendir
Yine Ebu Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Bir iki hurma veya bir iki lokmayla savuşturulan kimse yoksul değildir. Asıl yoksul, muhtaç olduğu halde dilenmeyen kimsedir.”

Buharı, Tefsıru sure (2), 48; Müslim, Zekat 102. Ayrıca bk. Ebu Davud, Zekat 24; Nesaı, Zekat 76

Sahıh-i Buharı ve Sahıh-i Müslim’deki diğer bir rivayete göre ise Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Kapı kapı dolaşıp bir iki lokma, bir iki hurma ile savuşturulan kimse yoksul değildir. Asıl yoksul, kendisine yetecek malı bulunmayan, muhtaç olduğu bilinip de kendisine sadaka verilmeyen ve kimseden bir şey dilenmeyen kimsedir.”

Buharı, Zekat 53; Müslim, Zekat 101. Ayrıca bk. Nesaı, Zekat 76

Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Yoksul sözü Kur’an-ı Kerım’de ve hadıs-i şerıflerde miskin kelimesiyle ifade edilir. En yaygın tarife göre yoksul, yiyecek bir şeyi bulunmayan, hergün karnını güçlükle doyuran kimsedir. Bir miktar yiyeceği olan kimse yoksulluktan çıkmakta, ona fakir denmektedir. Peygamber Efendimiz’in tarif ettiği yoksul, bir sonraki övünde karnını doyuracak bir şeyi olmasa bile, haysiyetinden fedakarlık yapmaz; kimseye el açıp dilenmez.

İşte Peygamber Efendimiz’in kendilerine sahip çıkmamızı istediği kimseler bunlardır. Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem bunların define gibi gizli olduğuna, kendilerini kimseye göstermediklerine işaret ederek onların aranıp bulunmasını tavsiye etmektedir.

Onları nasıl bulacağımıza şu ayet-i kerıme ışık tutmaktadır:

“Sadakalar, kendilerini Allah yoluna adayan fakirler içindir. Bunlar yeryüzünde dolaşmazlar. Hallerini bilmeyen biri, iffet ve hayalarından dolayı onları zengin zanneder. Sen onları yüzlerine bakınca tanırsın. Onlar yüzsüzlük edip insanlardan bir şey istemezler” [Bakara suresi (2), 273].

İnsanı yaratan Yüce Mevla, kulları arasında böyle fazilet abidelerinin bulunduğunu haber vermektedir. Önemli olan onları arayıp bulmaktır. Şayet lüks muhitlere çekilerek kendimizi fakir ve yoksullardan büsbütün koparmamışsak, başımızı sağa sola çevirdiğimizde onlardan birkaçının yaşadığı yeri görmek veya kendilerini tanıyanlardan adreslerini öğrenmek zor olmayacaktır.

Ertesi gün yiyeceği bir şeyi bulunmayan yoksullar pek az olabilir. Bizim görevimiz sadece onları değil, kazandığı para aile fertlerini geçindirmeyen, bununla beraber halini kimseye açmayan kimseleri de bulmak ve dertlerine derman olmaktır. İşinden kazandığı para geçimini sağlamayan kimseler, geçirdiği bir kaza sonucu sanatını yapamayacak hale düşenler ve daha başka sıkıntılar içinde yaşayanlar pek çoktur. Hele bir de iş bulamayan ve bu yüzden ruhı bunalım geçiren insanları hesap edecek olursak, toplumda bizlerden yardım bekleyenlerin ne kadar çok olduğunu görürüz.

Dilenciliği meslek haline getiren bazı kimselerin miskin olmadığı, onların himaye edilmesinin gerekmediği görülmektedir. Onlar yüzsüz olmaları sebebiyle, kıyamet gününde suratlarında bir parça bile et kalmayacak kimselerdir. Bu dilenciler, Peygamber Efendimiz’in tabiriyle, kendi elleriyle kendi suratlarını tırmalayan kimselerdir. Sırf servet toplamak için halktan bir şeyler isteyip dilenenler, ahirette kendilerini yakacak kor ateşi toplamakla meşgul olanlardır.

530 numaralı hadıs-i şerıfte göreceğimiz üzere, Peygamber Efendimiz’in kendilerine “kimseden bir şey istemeyin” diye tavsiye ettiği öyle sahabıler vardı ki, bineklerinin üzerinde giderken kamçıları yere düşerdi de, yaya gidenlerden onu istemezler, aşağıya atlayıp kamçılarını kendileri alırlardı. Zira insanlardan bir şey istemek ve hele bunu alışkanlık haline getirmek kötü bir şeydir. “Dünyaya gönül bağlama ki, Allah seni sevsin. İnsanların eline bakma ki, halk seni sevsin” (İbni Mace, Zühd 1) buyuran Peygamber Efendimiz, mecbur kalmadan dilenmenin, kısacası insanlardan bir şey istemenin müslümana yakışmadığını ifade buyurmaktadır.

537 numaralı hadiste, kimlerin insanlardan maddı yardım isteyebileceği görülecek, bu hadis de 538 numarayla tekrar gelecektir.

Hadislerden Çıkarmamız Gereken Dersler
Dilenmeyi alışkanlık haline getiren kimseleri himaye etmek o kadar önemli değildir. Çünkü onlar aç kalmazlar.
Kimseden bir şey istemeyen iffetli yoksulları arayıp bulmalı, dertlerine derman olmalıdır.
Geçim sıkıntısı çeken kimseleri, yüz suyu dökmeye mecbur etmeden gözetip kollamalıdır.
Cihad Etmiş Gibi Sevap Kazandıran Amel
Yine Ebu Hüreyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Kocasız kadınlarla, yoksulların işlerine yardım eden kimse, Allah yolunda cihad etmiş gibi sevap kazanır.”

Ravi diyor ki, hatta Hz. Peygamber’in:

“O kimse tıpkı geceleri durmadan namaz kılan, gündüzleri hiç ara vermeden oruç tutan kimse gibidir” buyurduğunu da sanıyorum.

Buharı, Nafakat 1, Edeb 25, 26; Müslim, Zühd 41. Ayrıca bk. Tirmizı, Birr 44; Nesaı, Zekat, 78; İbni Mace, Ticarat 1

Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Hayat bir imtihandan ibarettir. Ne gariptir ki, bu imtihanda soruların en çetini az sevilene değil, çok sevilene sorulmaktadır. İnsanı yoran, bunaltan, terleten bu ağır imtihanlar kah bize, yakınlarımıza, eş ve dostumuza, bazan da tanımadıklarımıza rastlamaktadır. İşin bize garip gelen bir yanı da şudur: Kulunu imtihana tabi tutan Yüce Mevla, ona dayanmasını, sabretmesini tavsiye ederken, seyirci durumundaki kimselere de, onu yalnız bırakmamalarını, dert ve sıkıntılarına ortak olmalarını tavsiye etmektedir.

Hadıs-i şerıfimizde imtihan edilen kullardan sadece ikisi, kocasız kadınlarla yoksullar ele alınmaktadır.

Kocasız kadınlar ifadesinin içine, kocası öldüğü için dul kalan kadınlarla, evlenmemiş kızlar girer. Bu iki gurubun içinde hiç problemi olmayanlar bulunduğu gibi, hayatın acı darbesini yiyen, üstelik bu darbeyi hafifletecek maddı imkana sahip olmayan kimseler de vardır. İşte bu savunmasız durumdaki kimseler, diğer insanların ilgisine ve yardımına muhtaçdır. Bizden bu ilgi ve yardımı isteyen, yukarıda işaret edildiği gibi, herşeyin idaresi elinde olan Kudretli Rabbimizdir.

İnsanların derdini, ancak sıkıntı çekenler anlayabilir. Hayatta başı ağrımayan zavallılar, değil yardıma muhtaçları, kendilerini bile anlayamazlar.

Bir akrabamızın, komşumuzun, tanıdığımız veya tanımadığımız birinin hayatta yalnız kalan hanımı, hele bir de çocukları varsa, acaba onlar ne sıkıntılar çekmektedir? Ne gibi zorluklara göğüs germektedir? Hayatta yalnız kalmış bazı kadınlar için parası olmak bile yetmez. Hatta onların etrafta “paralı kadın” diye bilinmeleri problem doğurabilir. İnsanın odun kömür parası olabilir. Ama odunu kömürü alıp eve getirmek, evin sağını solunu tamir ettirip boyatmak, yine insanla ve tanıdıkların yardımıyla yapılabilecek işlerdir. Bazan değil bir kadının, güçlü kuvvetli erkeklerin bile yapmakta zorlandığı işler vardır. Etrafımızda, tanıdıklarımızın arasında bulunan yardıma muhtaç yalnız kadınlara el uzatırsak, toplumun kanayan bir yarasına merhem oluruz. Onların iffet ve namuslarını koruruz.

Peygamber Efendimiz dul ve yaşlı kadınlarla fakirlerin ihtiyaçlarını karşılamak için özel bir gayret gösterirdi. Zaten o, hayatı boyunca gönlü kırıkların yanında oldu. Onlarla ağladı, onlarla güldü. Allah’ın rızasının böyle kimselerin yanında olduğunu bildiği için, onlara yardımcı olanların Allah yolunda cihad etmiş gibi sevap kazanacaklarını söyledi. Zira Allah yolunda cihad edebilmek için sabırlı ve dayanıklı olmak, nefsin ve şeytanın caydırıcı tavırlarına karşı koymak nasıl gerekli ise, kocasız kadınlarla yoksullara devamlı surette yardım edebilmek için de öyle dayanıklı ve kararlı olmak gerekir.
 

Admin

Administrator
Yönetici
Admin
Katılım
Nis 14, 2019
Mesajlar
1,643
Tepkime puanı
76
Puanları
0
Hadislerden Çıkarmamız Gereken Dersler

Dul ve evlenmemiş kadınlarla yoksul ve fakirlere yardım eden kimse, Allah yolunda cihad etmiş gibi sevap kazanır.
Böyle fedakar bir mü’min geceleri durmadan namaz kılmış, gündüzleri ara vermeden oruç tutmuş sayılır.
Güçsüz ve korunmaya muhtaç kimselerin yardımına koşmak, Allah’ın rızasını kazanmayı sağlar.
Yemekleri En Fenası
Yine Ebu Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber aleyhisselam şöyle buyurdu:

“Yemeklerin en fenası, davet edildiği zaman gelecek olan kimselerin çağırılmadığı, gelmeye pek arzulu olmayanların davet edildiği düğün yemekleridir. (Canı istemediği için) davete gitmeyen kimse, Allah’a ve Resulü’ne karşı gelmiş sayılır.” Müslim, Nikah 110. Ayrıca bk. Ebu Davud, Et`ime 1

Sahıh-i Buharı ve Sahıh-i Müslim’de Ebu Hüreyre’nin şöyle dediği rivayet olunmuştur:

“Zenginlerin davet edilip fakirlerin çağırılmadığı düğün yemeği ne fena bir yemektir.”

Buharı, Nikah 72; Müslim, Nikah 107. Ayrıca bk. İbni Mace, Nikah 25

Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Peygamber Efendimiz davete gitmeye büyük önem verirdi. Muhtelif hadislerinde “Biriniz davete çağırılınca hemen gitsin” buyurmuştur. Yukarıda zikredilen hadislerin geçtiği yerlere bakıldığında, bu konuda pek çok hadis görülür.

Düğün yemeğine pek önem veren Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem, her evlendiğinde mutlaka düğün yemeği vermiş, ashabını da “bir koyun kesmek suretiyle de olsa” düğün yemeği vermeye teşvik etmiştir. Zengin fakir ayırımı yapılmaksızın tanıdıkların bu yemeğe davet edilmesini emretmiştir. Düğün yemeklerine mutlaka gidilmesini tavsiye etmekle kalmayan Resul-i Ekrem Efendimiz, hiçbir özrü bulunmadan, sırf canı istemediği için bu yemeğe katılmayan kimselerin Allah’a ve Resulü’ne karşı gelmiş sayılacağını belirtmiştir. Demek ki mü’minlerin düğün yemeği vermelerini ve bu yemeğe mutlaka katılmalarını arzu eden sadece Peygamber Efendimiz değildir; bunu Allah Teala da istemektedir. Mesele bu kadar önemli olduğu için Resulullah Efendimiz oruçlu olanların bile davete katılmalarını, yemeseler bile dua edip dönmelerini istemiştir (Müslim, Nikah 106.)

Davete gidilmesi niçin bu kadar önemlidir?

Bunun en kestirme cevabı şudur: Allah Teala kullarının bir araya gelmesini, birbiriyle kaynaşmasını dilemektedir. Namazların, bayramların, en büyük beraberlik olan haccın hikmeti budur. İnanan gönüller bir araya gelince, cemaat ruhu gelişince, mü’minler birbiriyle kaynaşınca ve böylece birlik ve beraberlik ideali gerçekleşince, işte o zaman müslümanlar en üstün olacaklardır. Zira en üstün olmaya layık onlardır.

Düğünler, düğün yapan kimselerin en fazla sevindiği günlerdir. Mü’minler birbirlerinin acılarına ortak oldukları gibi, sevinçlerine de ortak olmalıdır. Sevinç ve kederlerin birlikte paylaşılması, sevinci artırır, kederi azaltır. Netice itibariyle mü’minlerin birbirilerine gösterdikleri bu ilgi, onları daha fazla kaynaştırır.

İnsanların kaynaşmasını sağlayan davetler, bu özelliklerini kaybedince güzelliklerini de kaybederler. Düğün yemeklerine hatırlı insanlar, varlıklı kimseler davet edilip fakirler çağırılmayınca, gönül koymalar, incinip kırılmalar, hatta ikilik ve guruplaşmalar başlar. Neticede istenen ve özlenen birlik ve beraberlik kaybolur.

Burada hatırlatılması gereken bir husus da şudur:

Günümüzde yapılan bazı düğünler İslamı örf ve geleneklerimize uymamaktadır. Haram içkilerin içildiği, insanların gayr-i meşru şekilde eğlendiği bir düğüne gitmemek ve gerektiğinde neden gidilmediğini söylemek gerekir. Bizi davet eden kimsenin geleneklerimize uymayan düğününe katılmadık diye biz ezileceğimize, yaptığı yanlışı düşünerek o üzülsün...

Hadislerden Çıkarmamız Gereken Dersler
Yemek davetlerine, özellikle de düğün yemeği davetlerine katılmak gerekir.
Meşru mazereti olmadan düğün yemeğine gitmeyen kimse, Allah’ın ve Resulü’nün tavsiyesine uymamış olur.
Davetlere sadece varlıklı ve hatırlı kimseleri çağırıp fakirleri çağırmamak dinimizin uygun görmediği bir davranıştır.
Fakir ve yoksullar her zaman korunup gözetilmelidir.
Peygamberimizin (s.a.v) Müjdesi
Enes İbni Malik radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Her kim iki kız çocuğunu yetişkinlik çağına gelinceye kadar büyütüp terbiye ederse, kıyamet günü o kimseyle ben şöyle yanyana bulunacağız” buyurdu ve parmaklarını bitiştirdi.

Müslim, Birr 149. Ayrıca bk. Tirmizı, Birr 13
 

Admin

Administrator
Yönetici
Admin
Katılım
Nis 14, 2019
Mesajlar
1,643
Tepkime puanı
76
Puanları
0
Hadisi Nasıl Anlamalıyız?

Çocuk, insana Allah’ın bir emanetidir. Onları himaye edip büyütmek yetişkinlerin vazifesidir. Çocukları hayata hazırlamak, yıllarca devam eden bir sabrı gerekli kılar. Kızları büyütüp yetiştirmek daha fazla bir dikkat ve ıtina ister.

Çocuğu himaye edip yetiştirmek iki şekilde olur. Biri maddı ihtiyaçlarını temin etmek, diğeri onu manevı bakımdan besleyip iyi bir terbiye almasını sağlamaktır.

Kız çocuklarının himayesi, onların dürüst ve namuslu bir kişiyle bir yuva kurmasını sağlayıncaya kadar devam eder. Hatta Resulullah Efendimiz’in işaret buyurduğuna göre bu himaye daha sonraları da devam eder. Merhamet Pınarı Efendimiz şöyle buyuruyor:

“Her kim üç kız çocuğunu himaye edip büyütür, güzelce terbiye eder, evlendirir ve onlara lutuf ve iyiliklerini devam ettirirse, o kimse cennetliktir” (Ebu Davud, Edeb 121; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, III, 97).

Yetiştirilmesi tavsiye buyurulan kız çocukları insanın kendi çocuğu olabileceği gibi, kız kardeşleri, sonradan evlendiği eşinin çocukları, hatta başkalarının himayeye muhtaç çocukları olabilir. Bu konuda yakınlık veya uzaklık önemli değildir. 265 numaralı hadıs-i şerıfte Resul-i Ekrem Efendimiz’in “Kendi yetimini veya başkasına ait bir yetimi himaye eden kimseyle ben, cennette şöyle yanyana bulunacağız” buyurduğu görülmüştü. Aşağıdaki hadiste de aynı konu bir başka açıdan ele alınacaktır.

Hadislerden Çıkarmamız Gereken Dersler
Kız çocuklarını yetiştirip hayata hazırlamak Allah’ı ve Resulullah’ı memnun eden bir davranıştır.
Kızlarının İslam esaslarına göre büyütülmesini ve eğitilmesini sağlayan anne babalar, ahirette Resul-i Ekrem Efendimiz’e komşu olacaklardır. Ne mutlu onlara!..
Cehennem Ateşinden Koruyan Bir Siper
aişe radıyallahu anha şöyle dedi:

Yanında iki kız çocuğu bulunan bir kadın gelerek bir şeyler istedi. Evde bir hurmadan başka bir şey yoktu. Onu çıkarıp kadına verdim. Kendisi hiç tatmadan hurmayı ikiye bölerek çocuklarına verdikten sonra kalkıp gitti. Bu sırada Peygamber aleyhisselam yanımıza geldi. Ben bu olup biteni kendisine anlatınca şöyle buyurdu:

“Her kim kız çocukları yüzünden bir sıkıntıya uğrar da onlara iyi bakarsa, bu çocuklar onu cehennem ateşinden koruyan bir siper olurlar.”

Buharı, Zekat 10, Edeb 18; Müslim, Birr 147. Ayrıca bk. Tirmizı, Birr 13

Bir sonraki hadisle beraber açıklanacaktır.

aişe radıyallahu anha şöyle dedi:

Sırtına iki çocuğunu almış yoksul bir kadın çıkageldi. Ona üç hurma verdim. O da çocuklarına birer hurma verdi; öteki hurmayı yemek için ağzına götürmüştü ki, çocukları onu da istediler. Kadıncağız yemek istediği bu hurmayı çocuklarına bölüştürdü. Kadının bu tutumuna hayran kaldım ve yaptığını Resulullah’a anlattım. Şöyle buyurdu:

“Bu şefkati sebebiyle Allah Teala o kadına mutlaka cenneti vermiş (veya) bu sebeple onu cehennemden azad etmiştir.” Müslim, Birr 148

Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Günümüzde bile soğukluğunu hissettiğimiz bir Cahiliye devri adeti vardır: Kız çocuklarını hor görmek. Bu kaba ve çirkin adet, Peygamber Efendimiz’in yaşadığı devirde Arabistan’da pek yaygındı. Çöl bedevileri, kız çocuklarının doğumunu büyük bir felaket sayarlardı. Onların ileride kötü yollara düşeceği zannıyla üzülür, utanırlardı. Kur’an-ı Kerım’in pek güzel tasvir ettiği üzere, bir kızları dünyaya geldiğini öğrenince yüzleri kararır, hiddetlerinden köpürürler, kendilerine verilen bu felaket haberinden dolayı halktan gizlenmeye çalışırlardı. Daha sonra da acaba bu kızı, herkesten utanmayı göze alarak büyütüp beslesem mi, yoksa toprağa gömüp ondan kurtulsam mı diye ince bir hesaba girerlerdi [bk. Nahl suresi (16), 58-59]. Kızını diri diri gömmeye karar verince de o masum yavruyu alıp çöle götürürler, elleriyle kazdıkları bir çukura iterek üstüne yığın yığın kum atarlar, sonra da ellerini kollarını sallayarak evlerine dönerlerdi.

İnsanlıkla hiçbir şekilde bağdaşmayan bu adet bazı bölgelerde oldukça tabii karşılanırdı. Evlilikten önce oğlan ve kız tarafı bu konuyu gündeme getirir, kız çocuğu doğarsa onu anne mi yoksa baba mı gömecek diye konuşup bir karara bağlarlardı. Şayet çocuğu gömme işini anne üstlenmişse, olayı seyre gelen bir sürü kadının gözü önünde cinayetini işlerdi.

Şükürler olsun İslamiyet geldi de bu çirkin adeti yerlebir etti.

Bir önceki hadiste Hz. aişe’nin kadıncağıza bir hurma, bu hadiste ise üç hurma verdiği görülmektedir. Demekki annemiz, bazan üç ay boyunca ocağı yanmayan, çoğu zaman yiyecek bir şey bulunmayan evinde, önce bir hurma bulup vermiş, sonra bir yerlerden iki hurma daha bulup vermiştir. Yahut bu olay iki defa meydana gelmiştir.

270 numaralı hadıs-i şerıfteki “Her kim kız çocukları yüzünden bir sıkıntıya uğrar da onlara iyi bakarsa” ifadesinde geçen sıkıntı sözüyle Peygamber Efendimiz acaba neyi kasdetmiştir?

Bir ailede fazla sayıda kız çocuğunun bulunması, onlar için bir sıkıntı ve hoşnutsuzluk sebebi olabilir. Kızların himayesi, yetiştirilmesi, evlendirilmesi gibi konular bazı ailelerin bütçesini zorlayabilir. Hele o aile kız çocuğunu istemiyorsa, bu yük daha ağırlaşabilir. İşte bu sebeple Efendimiz kızları büyütüp beslemenin, aile yuvası kurana kadar onlara yardımcı olmanın insanı cehennem azabından kurtaracağını haber vermiştir.

Kız çocukları yüzünden sıkıntıya uğramanın bir başka şekli de o yavrulardan birinde veya birkaçında maddı veya ruhı bir rahatsızlığın bulunmasıdır. O takdirde bu çocukların bakımı, tedavisi, korunup gözetilmesi birçok sıkıntı doğurabilir. Bu hali Cenab-ı Hakk’ın bir cilvesi, kulunu denemesi kabul ederek sabreden, bu ağır imtihana isyan etmeyen insanlar -Efendimiz’in buyurduğuna göre- cehennem azabından kurtulmuş olurlar.

269 numaralı hadiste okuduğumuza göre, normal ve sağlıklı iki kız çocuğunu büyütüp yetiştiren kimse Resul-i Ekrem Efendimiz’e komşu olacaktır. Öyleyse yetiştirilmesi problemli olan kız çocuklarını himaye edenler bu bahtiyarlığı daha öncelikle ve daha fazlasıyla elde edeceklerdir.
 

Admin

Administrator
Yönetici
Admin
Katılım
Nis 14, 2019
Mesajlar
1,643
Tepkime puanı
76
Puanları
0
Merhamet ne büyük, ne ulvı bir duygu ya Rabbı!

Elindeki bir tane hurmayı hiç tatmadan ve kendi açlığına bakmadan yavrularına veren bu annenin şefkati ne yüce, ne asildir değil mi? Ya evindeki üç hurmayı hiç düşünmeden fakire veren aişe annemizin merhameti!..

Ebedı kurtuluşun merhamet sayesinde mümkün olacağını ifade buyuran Efendimiz’in şu hadıs-i şerıfi ne kadar düşündürücüdür:

“Merhamet edenlere, Cenab-ı Hak merhamet eder. Siz yeryüzündekilere merhamet ediniz ki, göktekiler de size merhamet etsin...” (Tirmizı, Birr 16; Ebu Davud, Edeb 58).

Rabbim! Bizim gönlümüzü de merhamet duygusuyla yeşert!..

Hadislerden Çıkarmamız Gereken Dersler
Kız çocuklarını korumak, onlara şefkatli davranmak iyi mü’minin özelliğidir.
Çocuklara, bilhassa kız çocuklarına beslenen merhamet, insanın cehennemden kurtulup cennete girmesini temin eder.
Anneler yavrularına pek merhametlidir. Allah Teala’nın rahmet sıfatı, en güzel şekilde onların yüreğinde tecelli etmiştir.
Yiyecek bir şeyi bulunmayan kimselerin dilenmesinde sakınca yoktur.
Evinde hurmadan başka yiyecek bulunmadığı halde, onun tamamını fakire veren Hz. aişe’nin cömertliği ve yoksulu kendine tercih etmesi ne kadar ibret vericidir.
Sadakanın azı çoğu olmaz. Herkes imkanı nisbetinde yardım eder.
Yetim ve Kadının Hakkı
Ebu Şüreyh Huveylid İbni Amr el-Huza`ı radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber aleyhisselam şöyle buyurdu:

“Allahım! İki zayıf kimsenin, yetimle kadının hakkını yemekten herkesi şiddetle sakındırıyorum.” Nesaı, es-Sünenü’l-kübra, ‘İşretü’n-nisa, 64, (V, 363). Ayrıca bk. İbni Mace, Edeb 6

Ebu Şüreyh el-Huza`ı
Huzaa kabilesinden olan Ebu Şüreyh Huveylid İbni Amr, Mekke’nin fethinden önce İslamiyet’i kabul ederek Medine’ye yerleşti ve Hz. Peygamber’den yirmi hadis rivayet etti. 68 (687) yılında yine Medine’de vefat etti. Hakkında fazla bilgi yoktur. Allah ondan razı olsun.

Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Hz. Peygamber hayatı boyunca güçsüzün yanında olmuş, himaye edilmesi gerekenlere kol kanat germiştir. Yetimlerin ve kadınların korunup gözetilmesine pek önem vermiştir.

Yetimler henüz erginlik çağına gelmeden babalarını kaybetmiş yavrular oldukları için, hem kendilerinin hem de mal varlıklarının korunup gözetilmesi icap etmektedir. Onları himaye etmeyi üstlenen kimselerin, mallarını titizlikle koruması, haklarını hiçbir şekilde yememesi, kimseye de yedirmemesi şarttır.

Kadınlara gelince; Allah Teala onları saygıdeğer birer varlık yapmak istemiş ve kendilerine analık özelliği vermiştir. Bu sebeple onların bedenlerini, erkeklere nisbeten daha narin, ruhlarını daha ince ve hassas yaratmıştır. Bunun sonucu olarak da maddı bakımdan daha güçlü olan erkeklerden kadınları koruyup himaye etmelerini istemiştir.

Peygamber Efendimiz hadıs-i şerıfte işte bu gerçeğe dikkatimizi çekmektedir. Yetim ile kadına karşı son derecede nazik ve haklarına saygılı olunması gerektiğini hatırlatmaktadır. Sanki bu ifadesiyle Peygamber Efendimiz, yetimlerle kadınlara karşı iyi davranılması gerektiğini insanlara defalarca anlattığını Allah Teala’ya rapor etmektedir.

Hadislerden Çıkarmamız Gereken Dersler
Yetimleri ve kadınları incitmekten, haklarını çiğnemekten şiddetle sakınmak gerekir.
Allah Teala güçsüzlere sahip çıktığı için, onlara haksızlık edenler karşılarında Allah Teala’yı bulurlar.
"Allah Size Yardım Edip Rızık Veriyorsa..."
Sa`d İbni Ebu Vakkas’ın oğlu Mus`ab radıyallahu anhüma şöyle dedi:

(Babam) Sa`d, daha aşağı seviyedekilere göre kendisinin üstün olduğunu düşünürmüş. Bunun üzerine Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuş:

“Allah size yardım edip rızık veriyorsa, bu, aranızdaki zayıflar sayesinde değil midir?”

Buharı, Cihad 76

Mus`ab İbni Sa`d İbni Ebu Vakkas

Mus`ab tabiın neslindendir. Babasından, Hz. Ali’den ve Abdullah İbni Ömer’den hadis öğrenmiş ve pek çok hadis rivayet etmiş güvenilir bir muhaddistir. 103 (721) tarihinde vefat etmiştir.

Allah ondan da, babasından da razı olsun.

Hadıs-i şerıf bir sonraki hadisle beraber açıklanacaktır.

Ebü’d-Derda Uveymir radıyallahu anh şöyle dedi:

Ben Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken duydum:

“Fakirleri kollayıp gözetiniz. Aranızdaki zayıflar sayesinde Allah’dan yardım görüp ve rızıklandığınızdan şüpheniz olmasın.” Ebu Davud, Cihad 70. Ayrıca bk. Tirmizı, Cihad 24; Nesaı, Cihad 43
 

Admin

Administrator
Yönetici
Admin
Katılım
Nis 14, 2019
Mesajlar
1,643
Tepkime puanı
76
Puanları
0
Ebü’d-Derda Kimdir?

Adı Uveymir İbni Zeyd olmakla beraber Ebü’d-Derda künyesiyle tanındı. Bedir Gazvesi esnasında müslüman oldu. İlk zamanlar ticaret yapardı. Fakat ticaretle ibadeti bir arada yürütemeyeceğini anlayınca ticareti bıraktı. Kur’an-ı Kerım’i ezberleyerek tamamını Resul-i Ekrem’in huzurunda okudu. Peygamber Efendimizle birlikte birçok savaşa katıldı.

Hz. Ebu Bekir devrinde yapılan Yermük harbinde ordu kadısı (kazasker) olarak bulundu. O tarihten itibaren de ordu kadılığı müessesesi başlamış oldu. Hz. Ömer devrinde Şamlılara Hz. Peygamber’in sünnetini ve Kur’an-ı Kerım kıraatini öğretmek üzere oraya gidip yerleşti. Daha sonra da Şam kadısı oldu. 28 (649) yılında Kıbrıs’ın fethine katıldı.

Ebü’d-Derda zahidane bir hayat yaşardı. Yaptığı her işte Allah’ın rızasını arar, ahiret hesabını gözetir, halkı iyilik ve ibadet etmeye teşvik eder, kendisi de ailesini ihmal edecek kadar ibadet ederdi. Hz. Peygamber’in onunla kardeş yaptığı Selman-ı Farisı birgün Ebü’d-Derda’yı ziyarete gelmişti. Hanımı Ümmü’d-Derda’yı pejmürde bir kılıkta görünce, bunun sebebini sordu. O da:

- Kardeşinin dünyaya baktığı yok. Geceleri namaz kılar, gündüzleri oruç tutar, dedi.

Selman-ı Farisı Ebü’d-Derda’nın yanına vardı. Ebü’d-Derda onun gelişine pek sevindi ve kendisine yemek getirdi. Selman:

- Sen de ye, dedi. Ebü’d-Derda:

- Ben oruçluyum, deyince, Selman:

- Sen yemezsen ben de yemem, dedi ve ona orucunu bozdurdu. Selman o geceyi Ebü’d-Derda’nın evinde geçirdi. Gece olunca Ebü’d-Derda namaza kalktı. Fakat Selman ona engel oldu ve Resul-i Ekrem’in buyurduğu gibi:

- Vücudunun senin üzerinde hakkı vardır. Rabbinin senin üzerinde hakkı vardır. Ailenin senin üzerinde hakkı vardır. Bazan oruç tut, bazan tutma. Namazını kıl, ailenle meşgul ol ve böylece her hak sahibine hakkını ver, dedi. Sabah vakti yaklaşınca Selman kalktı, ona da şimdi kalkıp namaz kılabileceğini söyledi. Bir miktar nafile namaz kıldılar. Sonra da sabah namazını kılmak üzere Mescid-i Nebevı’ye geldiler.

Namazdan sonra Ebü’d-Derda Hz. Peygamber’e yaklaşarak Selman-ı Farisı’nin kendisine yaptıklarını anlattı. O zaman Resul-i Ekrem Efendimiz:

- Ebü’d-Derda! Selman’ın da dediği gibi, vücudunun senin üzerinde hakkı vardır, buyurdu.

Ebü’d-Derda’nın ibadeti, daha çok düşünme ve ibret alma şeklindeydi. “Bir saat düşünmek, bütün gece namaz kılmaktan hayırlıdır” derdi. Sabah namazını kıldıktan sonra Kur’an-ı Kerım’den bir cüz okur, sonra talebelerini okutmaya başlardı. Dünyaya, dünyalığa değer vermezdi. Kızı Derda’ya Yezid İbni Muaviye gibi zengin biri talip olduğu halde kabul etmemiş, onu fakir bir müslümanla evlendirmişti.

Hz. Peygamber’in kendisi hakkında “ümmetimin hakımi” dediği rivayet edilen Ebü’d-Derda, insanın bildikleriyle amel etmesine büyük önem verirdi.

İlim öğrenmeye pek meraklı idi; bu maksatla uzak yerlere gitmekten çekinmezdi. Hz. Peygamber’den 179 hadis rivayet etti. Ebü’d-Derda 31 (651) veya 32 (652) yılında Şam’da vefat etti. Allah ondan razı olsun.

Hadisi Nasıl Anlamalıyız?
Bir önceki hadıs-i şerıfte, cennetle müjdelenen on bahtiyardan biri olan Sa`d İbni Ebu Vakkas’la ilgili bir haber okumuştuk. Oğlu Mus`ab’ın söylediğine göre, Hz. Sa`d bir defasında, kendisinin bazı müslümanlara göre daha üstün olduğunu düşünmüştü. Ashab-ı kiramın en cesurlarından ve en cömertlerinden biri olması, herhalde onda böyle bir duygu uyandırmıştı. Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem onun bu düşüncesini öğrenince kendisini derhal uyardı:

- Eğer savaşta Allah size yardım ediyorsa, düşmanlarınızı yeniyor ve ganimetler kazanıyorsanız, zenginlerinizin serveti çoğalıyorsa, bütün bunlar sadece sizin yiğitliğiniz ve gayretiniz sebebiyle değil, içinizdeki zayıf ve gösterişsiz kimselerin Allah katındaki değeri sebebiyledir, buyurdu. Böylece ashab-ı kiram, birçoklarının beğenip önem vermediği o gösterişsiz, boynu bükük, gönlü kırık insanların Allah katında hatırlı, değerli ve duaları makbul birer insan olduğunu öğrendi.

Bir defasında Hz. Peygamber bu gerçeği şöyle dile getirdi:

“Allah bu ümmete, aralarındaki zayıfların duası, ibadeti ve ihlası sebebiyle yardım etmektedir” (Nesaı, Cihad 43).

Bu gerçeği şöyle anlamak gerekir: Böylesi insanların gözü ve gönlü dünyaya tok olduğu için, onların duası daha içten, ibadetleri daha samimidir. Bir savaşta “Allahım! Müslümanları muzaffer eyle!” diye dua ettikleri zaman, Allah Teala onların hatırını kırmaz, dua ve niyazlarını kabul eder.

Onlar yoksulluğu bir facia saymaz ve hallerinden kimseye şikayet etmezler. İçinde bulundukları durumu, Allah’ın bir takdiri diye benimserler. Fakirlere yardım eden zenginlere Allah Teala’nın daha çok vermesi için dua ederler. Ümmet-i Muhammed sıkıntıya düşmesin diye Cenab-ı Hakk’a yalvarıp yakarırlar. İşte onların gönlü böylesine zengin ve insanlar için böylesine sevgi doludur.

Peygamber Efendimiz çok sevdiği sahabısi Sa`d İbni Ebu Vakkas’ın şahsında ümmetini uyarmış oluyor. Fakir ve kimsesiz müslümanları hor görmenin, küçümsemenin, onlara karşı kibirli davranmanın asla doğru olmayacağını hatırlatıyor ve ümmetine sanki şöyle sesleniyor:

- Fakir, yoksul deyip geçmeyin. Onların arasında Allah’a çok yakın olanlar vardır. O gönlü kırıkların duası, hiçbir engele çarpmadan doğrudan Cenab-ı Hakk’ın yüce katına ulaşır. Onlar “paramız, pulumuz yok” diye sızlanmazlar. Dünyada sahip olamadıklarının kat kat fazlasını ahirette elde edeceklerinden şüphe etmezler. Bu sebeple alın yazılarından dolayı şikayette bulunmazlar. Herşeyin Allah’dan geldiğini ve onun öyle münasip gördüğünü bilirler. Onun asla kuluna zulmetmeyeceğine gönülden inanırlar ve hallerine hamd ederler.

İşte bu sebeple ey müslümanlar, fakir ve çaresiz mü’minlerin sizin için bir nimet olduğunu bilin. Onların sevgisini kazanmaya ve dualarını almaya bakın!..

Kainatın Güneşi Efendimiz’in bu konudaki buyruklarından çıkan sonuç işte budur.

Hadislerden Çıkarmamız Gereken Dersler
Öyle yoksul ve çaresiz kimseler vardır ki, dünyaya aşırı bağlı olmadıkları için duaları daha samimi, ibadetleri daha içtendir.
Bu sebeple onların gönlünü kazanmalı ve dualarını almalıdır.
Bütün insanlara, özellikle de güçsüzlere ve gönlü kırıklara karşı mütevazi olmalıdır.